Edirne'nin değerli ve hizmeti unutulmaz hemşehrisi Dr. Rıfat Osman Bey'in bu notlarını ve desenlerini, yine yerine konmaz başka bir kıymet olan Prof. Süheyl Ünver'in himmeti ile toparlayıp yayınlamakla derin bir haz duyuyoruz. Çok değil, bir yüzyıl öncesinin mutluluk ve barış içindeki Edirne'sinden bir kristal huzmesi gibi yansıyan bu ışıklı ve renkli görüntüler, bir zamanların bu görkemli başkentinin üstüne bir bir peşine düşen göçler, savaşlar, işgaller, yangınlar, yoksulluk ve ihmaller yıkıntılarından
ve son otuz yılın sosyal ve mimari felaketi olan tek düzen apartman modasından sonra. bugün sanatseverlerin gözlerine. mucizeli bir periler dünyasının konutları gibi görünüyor; çocukların düşlerinde gördüğü, damları çukulatadan, duvarları pastadan pencereleri şekerden yapılmış, masal konutları gibi.
Üstlerine ay ışığının kayısı renkli ve gül kurusu ışığı vurmuş, çınlayan bir ıssızlık içinde gülümseyen bu yuvaların hepsinin ayrı ayrı kendilerine özgü birer yüzleri, huyları, yani kişilikleri, hikayeleri, karakterleri ve anlatacakları var. Belli ki, hepsi de odalarında, sofalarında, kucakladığı dedeleri, hanımları beyleri ve çocukları, kışın bir mangal koru ısısı ile, yazın bir havuz ve kuyu serinliği ile sararmış, onların gönüllerine her gün damla damla sevgi, insanlık, barış, arınmışlık, dostluk, komşuluk, güzellik, tabiat aşkı, tanrıya hayranlık ve kendinden vazgeçme duyguları doldururmuş. Bu besbelli. Bu, evlerin yüzlerindeki şeker boyalarından, insanın içini ısıtan kepenklerinden, bağçelerinde boy atıp, tepelerinde şemsiye gibi açan ağaçların, damlarına konan, kalkan, kuşlarından belli.
Eyvah ki, bir cadı değneği dokunmuş gibi, hepsini yel üfürmüş, su ve ateş götürmüş de, yerlerini bir ulusa en büyük ceza gibi, yüzü betebeli, içi salonsalamanje, gömme banyo, marleyli, apartmanlar almış. Eyvah ki, eski güzel ve şirin evler şöyle dursun, Edirne'de yeni beton sefer tasları şimdilik altı kat boyları ile, görkemli Selimiye'leri, 3 Şerefelileri perdeliyor. Yerine konmaz bir tarih ve sanat servetinden bu gün artık sadece minarelerin külahları gözükür oldu. Endüstrinin Edirne'ye getireceği gelişme, ülkedeki öbür örneklerine göre kılavuz istemeyen köy gibi görünüyor: Şehrin içinde varlıklılara ve orta hallilere apartman, dışında yoksullara gecekondu.
Boğaiiçinin yalıları, Erenköy'ün köşkleri, Kumkapı'nın evleri, Sinop'un konakları, Mardin'in eyvanları gibi, birbirine benzemeyen, ama hepsi kişilikli karakterli konutlar yok oldu; yerlerini, Diyarbakır'da da, lstanbul'da da, Edirne'de de aynı tornadan çıkmış, tek tip apartmanlar aldı, bu Doğu'nun gitmiş, ama yerine Batı'nın bile gelmemiş olmasıdır.
Avrupa'da yüzlerce kanunla geçerli olan imar Hukukunu kısaca tanımlamak gerekirse, «Kapitalin ve tekniğin kontrolsüz gelişme eğilimine karşı tarihi, peyzaj'ları, tabiatı ve insanı koruyabilmek üzere sınırlamalar ve önlemler dizisidir» denebilir. Biz bunlardan bir tutamını bile İstanbul'un, Bursa'nın Edirne'nin bir semtine olsun uygulayamadık.
ileride bir gün, Edirne'nin eski canım evleri, dışları eskisinin aynı, içleri ise çağın gereklerine uygun olarak yeniden bir yere kurulabilir mi? Mesela hala zümrüt gibi bir Osmanlı mesiresi olarak duran Karaağaç'ın kenarına böyle bir mahalle kurulsa, turizm ve kültür açılarından ne yararlı bir iş yapılmış olur.
Bu, batı ile doğunun ideal bir sentezi de demektir. Türkiye'nin bir ilaç gibi en çok ihtiyacı bulunan bu sentez ve rönesans, bir gün doğacak mı bilmem, ama böyle bir kutsal ve soylu işe kollar sıvanırsa, sunduğumuz cinsten kitaplar, resimler, ilk malzemeyi vermiş olacak.
ÇELiK GÜLERSOY

TÜRKİYE TURİNG VE OTOMOBİL KURUMU
İÇİNDEKİLER
• Önsöz
• Lady Montagu'ye göre, Edirne evleri ve kasırlarıyla
ilgili yazısı
• Dr.Rıfat Osman'ın Edirne evlerine ait ilk müsvedde defterinden bir kaç not: Edirne ev ve tipleri, Avlular, Taşlıklar, Niyazlıklar, Merdivenler, Odalar, Dolaplar. Raflar ve Hücreler, Oturma Odası, Yatak Odası. Yatak Odaları Perdeleri, Kış Perdeleri
• Tandır. Oda Ocakları, Ocak bacalarında Hususiyet
• Pencereler ve Kafesler. Tepe Pencereleri, Kepenekler, Ev ve Oda Kapıları, Tavanlar
• Sedirlik, Gelin Seddi, Hayatlar, Sofaların önlerinde katların tabanı, Dolaplar, Raflar, Namaz Odaları, Yazlık Divanhaneler, Kışlık Divanhaneler
• Ev hamamları, Abdesthaneler, Matbahlar . Aşhaneler, Kilerler, Çamaşırlıklar
• Ev Çeşmeleri, Havuzlar, Selsebiller
• Edirne Yalıları
• Vezir Konağı, Edirne Bağçe ve Mesirleri, Ev Dış Levhaları
• Resimler
ÖNSÖZ
Türkiye'nin unutmaması gereken değerli bir evladı, Dr. Rıfat Osman'dır. Bizde ilk defa röntgen cihazı ile, daha tıp öğrencisi iken arkadaşı Esad Feyzi merhumla birlikte ilgilenen ve sonra Edirne, Selanik ve Manastır'da beraberinde götürdüğü röntgen ile, teşhise yarayan Crooks ampulünü, dinamo vesair aletleriyle kurmağa memur edilen ve bu esnada Edirne ile çok ilgilenen Tosyavizade Dr. Rıfat Osman, 1933'de vefatına kadar Edirne'de oturmuştur. Orada, son hastalık devresi hariç, 25 seneyi bulan hayatının dikkate değer safhaları vardır.
Daha Tıbbiye sıralarında hocası Ressam Miralay Seyyit Bey'den resim yapmağı ve bu suretle herşeyi, görerek üzerinde durmağı ve ilgilendiği herşeyin resmini yapmağı öğrenen Rıfat Osman, bu 25 sene zarfında Edirne tarihi; abideleri, medeniyeti ve kültürü ve bilhassa Edirne Sarayı üzerinde incelemeler yapmış ve eserler bırakmıştır. Vefatından sonra Türk Tarih Kurumunca Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın tavassutu ve aracılığımızla, Edirne Tarihi ve Sarayı üzerine notları ve defterleri tablolarıyla. birlikte satın alınmış ve bedelleri ailesine tevdi edilmiştir.
Edirne tarihine ait 5 cilt eseri, notları tekemmül ettirilememiş olmasından dolayı bastırılamamış, fakat tek ciltli ayrı yazma bir eser halinde bulunan «Edirne Sarayı» kitabı, nezaretim ve ilavelerimle Türk Tarih Kurumunca· bütün el yapması resimleriyle bastırılmıştır.
Edirne Tarihine dair elimizde üç cilt halinde Ahmed Badi Efendi merhumun ( Edirne Evleri ve yaşantıları hariç), mükemmel bir eseri vardır. Bunun güzel elyazısı nüshası Edirne İl Kütüphanesi yazmaları arasında bulunmaktadır. Bir diğer ihtimal, Sultan Hamid'e takdim edilmek üzere hazırlanmış mutena nüshası da, halen Bayezit'de Devlet Kütüphanesinde durmaktadır.
Kurum üyesi sıfatıyla bu resimli notlarla, hayatım boyunca ilgilendim. Bilhassa vucuda getirdiği resimleri ve yine onun yaptıklarından hazırladığım Edirne ev ve konakları üzerine notlarını topladım. «Edirne Rehnuması», «Edirne Sarayı» eserlerinden sonra, bunlar da, yine kendi çalışma-ları olduğundan, ismini en başa koyarak, üçüncü yayını olarak hazırladım. Bu sonuncu eser, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu'nun yönetimine memur ilim heyetinin ilgisi ve Kurumun Genel Müdürü hukukşinas, hususi kolleksiyonu ve toplamalarıyla, İstanbul Tarihi ve yaşayışı üzerine çok değerli mütalaaları ve yayınları ile tanınan aziz dostum Çelik Gülersoy'un konuya olan derin sevgisi sayesinde bastırıldı.
Bu değerli dosta, Kurumun yeni yönetim kurulu üyelerine şükranlarımı sunmağı bir borç bilirim. Rahmetli üstadımız Dr. Rıfat Osman'ın yayına arzedilen bu üçüncü kitabı ile ruhunu şad ettiler. Dünyada herşeyin boş olduğu ve lakin çalışmak ve eser vücuda getirmek faziletinin boşa gitmeyeceği felsefi düşüncesinin doğruluğunu bir kez daha ortaya koymak olgunluğunu gösterdiler.
Tarihte, Edirne evlerinin çeşitleri ve muhite intibakları noktasından en fakirinden orta hallilerine kadar, bugüne kadar kalmamış olanların sayılarını tahmin etmek çok güçtür. Evliya Çelebi 1063 (1652) yılından önce Edirne'de iken gördüklerinin sayısını veremiyor. Yalnız vezir konaklarının sayılarını verebiliyor ki Sultan Selim minaresine çıktığı zaman, kuvvetli gözünün görebildiği mahallelerde, ancak üstü kurşun kaplı 340 tane vezir konağını sayabildiğini söylüyor.
Edirne'nin eski evleri. bizim özellikle incelememiz içine giriyor. Bunları da bir konak yavrusu sayabiliriz. Konak; konmak (oturulacak yer), konuk (misafir), konaklamak, tabirlerinden gelen bir isimdir ve evlerin daha büyüğü, yani odaları ve müştemilatı daha çok sayıda ve daha büyükçe olanıdır.
Edirne'nin her ne kadar kısmen evlerine yetiştik ise de, bunları en çok görenlerden ve çizenlerden biri olan üstadımız Doktor Rıfat Osman'ın yaşam tarihimize ne büyük hizmetler ettiğini, Edirne Sarayı kitabındaki ve de bu yeni eserindeki konak ve ev örnekleri zenginliklerinden anlıyoruz.
Bugün biz güzel konutlar üzerinde durabiliyorsak, bu Doktor Rıfat Osman sayesinde oluyor. Ben birkaç eski eve rastladımsa da, bunların gerçek resimlerini üstadımıza borçluyuz. Edirne'de her çeşit biçimde Türk evlerini, artık yine bu idealist Doktorumuz sayesinde öğreneceğiz. O bunları resimleriyle tesbit etmeseydi; bugün bu eser meydana gelemezdi.
Metinde görüleceği üzere; Edirne evleri, yazlık, kışlık, açık ve kapalı daireleriyle tamamen bağçeli ev-konak tiplerindedir. Bunlar XVI ve XVII. asırlardaki Edirne Sarây-ı, Cedid-i Âmiresindeki, bilhassa Avcı Sulta Mehmed'in (1648-1687) zamanındaki, birbirinden ayrı bu düz ve ağaçlarla ve çiçeklerle cennete çevrilmiş, saray sahasına serpilmiş ufak ve büyük ev ve konak yavrularına benzer. Bittabi, bir veya bir buçuk ve nihayet iki kat binaları adeta bir moda gibi Edirne'de yaşayan orta hallilere ve zenginlere örnek olmuştur.
Edirne evleri ve konakları ve bağçeleri de, keza Saraydakilere benzetilmiştir diyebiliriz. Bütün buraya konan bilgiler ve resimlerle önümüzdeki yıllarda Edirne Üniversitesi'nin Mimarlık Fakültesi'nin idealist öğretmen ve öğrencileri, ahşabı kagire çevirerek buraya mahsus bir ev tipini, velev ki projeler halinde bile kaisa, hazırlamalıdır. O zaman bu eser önemli bir rehber olacaktır.
Rıfat Osman merhumun Edirne evleri teferruatına ait hazırladığı notlar ve resimler, halen Ankara'da Türk Tarih Kurumunda; müsveddeler halinde olan dağınık notlar da, benim hususi arşivimde bulunmaktadır. Buraya hepsi aktarılamamıştır. Ama Edirne evlerinin muhite uyan incelikleri ve dikkatleriyle birbirine asla benzemeyen (dünyanın bilmediği) Türk resim, teyzinat, minyatür ve süslemelerimizdeki çeşitleri karşısında hayran olmamak kabil değildir.
Bir insan bir şehirde oturdu derken ihtiyatlı konuşmalıdır. Çünkü bu oturma senelerinin hesabını verebilmelidir. Bunu Rıfat Osman alasından verebilmiştir. Ancak bu sayede Edirne'ye ne kadar faydalı olduğu meydana çıkmaktadır. Bu, Edirne'de yaşayacaklara örnek olmalıdır.
Bu zat bir defa, zamanındaki Edirne'yi küçücük fotoğraf makinasıyla tesbit etmiştir. Camları da bizdedir. Bugün bu da yapılmamaktadır. Evliya Çelebi'ye mübalağa etmiş der dururuz. Ama o her gittiği yer hakkında işittiği ve gördüğü nisbette geniş bilgiler toplamıştır. Bugün onun Seyahatnamesi en zengin ve üzerinde durulmaya layık kaynak olmuştur.
Bu eserde böyle çalışmaların lüzumuna bir misaldir. Hemen 1923'den 1933'e kadar devamlı olarak burada ve Edirne'de sık sık buluşmamız haricin-de Doktor'la on senelik bir mektuplaşmamız vardır ki onlar bir büyük cilt halinde Süleymaniye Kütüphanesine kaydı hayat şartıyla .hibe ettiğim, bin adet defterim ve kütüphaneler çalışmalarım ve diğer çeşitli kültür konularımızdaki arşivim ve resimlerim arasında yer almaktadır.
Sayın üstadımız beni kendisi gibi yetiştirmek istemiş ve benden bir şey de esirgememiştir. Onu cidden iyi anlıyanların başında gelmekte olduğumun farkındayım. Ölmeden önce, âdeta benim boş bilgi kabımı doldurmağa gayret etmiştir, diyebilirim.
Doktorumuzun gözünden bir şey kaçmamış, yalnız ev-konakların değil, bütün içtimai yardım müesseselerimizle birlikte şehrin imarı hususunda bilgilerini de istendiği zaman ortaya koymuştur. Camiler, mescitler, ev-konak bağçeleri ve bağ evlerine kadar dikkat ve çalışmalarını bırakmamıştır.
Bu eserden maksadımız Edirne'nin tamamen bu örneklerle yeniden ihyası değildir. Eski zamanların şartları başka. Bugünküler de malum. Esasen maziye tamamen dönülmez. Lakin ondan hız alınır ve medeni dünyada tarihi şehirler yer-yer özelliklerini korur ve sürdürürler.
Aziz ve bu eseriyle yeniden dünyaya gelen Doktor Rıfat Osman da elbette bunları bir maksat üzerine toplamıştır. Rahmetli 1925 senesi Temmuz'unun dördünde bana şunları söylemişti:
-Mazinin hiçbir parçasını kaybetmeyelim. Zira istikbalin kerestesi onlardır.
Bu eserle, içine girecekleri, başbaşa bırakalım. Aziz Doktorumuzun da ruhu şâd olsun.
Prof. Dr. A. Süheyl ÜNVER
İstanbul / 1976
LADY MONTAGU 'NÜN EDİRNE EVLERİ ve KASIRLARIYLA İLGİLİ YAZISI
1717'de İngiliz sefirinin eşi yedinci mektubunu (1) Edirne'den yazıyor. Londra'da bulunan arkadaşlarına yolladığı söylenen bu mektubundan satırlar:
... Size şu mektubumu yazdığım sırada Tunca kenarında bir evdeyim. Nehir odamın pencerelerinin altından akıyor. Bağçem yüksek selvilerle kaplı. Üzerleri sabahtan akşamlara kadar yekdiğerine ·bin türlü nüvazişler yapan güvercinlerle dolu. Bu esnada fikrim hep onların cümbüşleriyle meşgul.
Yaz, dünyanın bu parçasında pek çabuk geçiyor. Bütün Edirne toprağı bağçelerle dolu. Nehir kenarlarına hep meyva ağaçları dikilmiş. Altlarında her akşam kibar takımları eğleniyor. Onlarca gezinti eğlence sayılmıyor. Gölgelik yerlerde haikavari toplanıyorlar.
Yere bir kilim seriyorlar, üzerine oturuyorlar. Bir taraftan hizmetkarların-dan biri saz çalıyor. Diğer taraftan onlar da kahve içiyorlar. Böyle suların zemzemesini dinleyen ufak-ufak meclisler câbecâ görülüyor ...
Bir ağustos 1717 tarihli mektubundan:
... Burada güvercinlere masumiyetlerinden dolayı dindarane bir hörmet besleniyor. Bu sebepten sayıları çoğalıyor. Leyleklere de riayet ediliyor. Çünkü bunların her kış Mekke'ye Hacca gittiklerine inanılıyor.
Filhakika Türk İmparatorluğunun en bahtiyar tebaası bunlar, zaten imtiyazlarını onlar da o derece biliyorlar ki hiç ürkmeden sokaklarda dolaşıyorlar. Yuvalarını evlerin alt katlarına yapıyorlar. Türk halkı, bu kuşların yuva yaptıkları evlerin sahiplerini bahtiyar sayıyorlar. Çünkü bütün sene ne yangın, ne de vebaya düçar olmıyacaklarına itikad ediyorlar. Bu mukaddes yuvalardan birisine ben de odamın penceresinde malik olmakla bahtiyarım.
9. mektubundan:
... Oda dedim de hatırıma geldi. Eminim ki Türkiye'ye dair seyahatnamelere bakıp buradaki evlerin hepsini gayet acınacak bir halde ve mimaride zannedersiniz. Ben bu evlerden pek çok gördüm ki, bilerek bahsedebilirim. Ve sizi temin ederim ki yanılıyorsunuz.
Elyevm Padişaha mahsus bir sarayda oturuyoruz (2). Tarzı mimarisi gayet zarif ve memlekete pek uygun. Filhakika burada evlerin dışını süslemek adet değil. Hemen hepsi ahşap. İtiraf ederim bunun pek çok mahzurları var. Fakat bundan dolayı milletin zevkine kabahat bulmak lazım gelmez. Bunun yegane sebebi hükümetin kuruluş tarzındadır. Her ev sahibinin ölümünde Padişaha intikal ediyor. Bu sebepten hiçbir kimse ileride ailesinin faydalana-cağından emin olmadığı bir masrafı yapmak istemiyor. Herkes kendi ömrü bo-yunca rahat bir ev yaptırmayı düşünüyor.
Türkiye'deki evlerin hepsi büyük küçük, alelumum iki kısımdan ibaret. Evler aralarında gayet dar bir geçitle birleşiyorlar.
Birinci kısmın önünde geniş bir avlu, onun etrafında üstü örtülü galeriler var. Bu benim pek hoşuma gidiyor. Bu galerilerin bütün odalara bitişikliği var. Odalar umumiyetle büyükçe, pencereleri iki sıra, camları renkli.
İki kattan fazla ev yapıldığı nadir. Her evin galerisi var. Merdivenler ge-niş ve otuz basamaktan fazla değil. İşte ev sahibinin oturduğu kısma ait tafsilat.
Harem, yani kadınlar dairesinin de bağçe tarafında bir galerisi var. Odaların pencereleri buraya bakar. Pencerelerin sayısı diğer kısımdaki pencereler kadar. Fakat bu odalar renkleri ve eşyaları itibarıyla daha ferah. İki sıra pencereler pek alçak. Tıpkı manastırlarda olduğu gibi demir parmaklık var.
Odaların döşeme tahtalarına hep İran halıları serili. Odanın bir ucunda iki kadem yüksekliğinde bir peyke var. Benimkinde iki tane. Buna sofa diyorlar. Üstüne döşemedekinden daha ağır bir halı serilmiş. Etrafında yarım ayak yüksekliğinde bir nevi basamak var.
Üzeri ev sahibinin varlığına ve zevkine göre ağır ipek kumaşla örtülü. Benimkinin üzerinde sırma kenarlı al çuha var. Etrafına ve duvardan tarafa olanlarına bazıları büyük, bazıları küçük yastıklar konmuş. İşte Türkler bütün kibarlıkların, burada gösteriyorlar.
Bu yastıklar alelâde dibadan veya sırma işlemeli beyaz setenden yapılmış. Hülasa o kadar parlak, göze o kadar hoş, bundan başka o kadar da rahat ki bundan sonra bir daha sandalyeye oturmak adetini edinemiyeceğim zannediyorum.
Odalar hep alçak. Bunu bir mahzur sayıyorum. Tavan ahşap. Üzerine oyma veya boyama çiçek yapılmış. Duvarlarda birçok dolaplar var. Bunlar bana bizimkilerden daha kullanışlı geliyor. Her iki pencere arasında ufak raflar yapılmış. Üzerine kokular veya çiçek sepetleri konuyor. Fakat harem tezyinatından en ziyade hoşuma giden oda ortasındaki mermer fıskiyeler oluyor.
Bunlarda birçok borulardan sular fışkırıyor. Latif bir serinlik yapıyor. Bir havuzdan öbürüne dökülürken şırıltılar peydah oluyor. Bu· fıskiyelerden bazıları gayet hoş.
Her evde bir hamam var. Alelade üzeri kurşunla örtülü, içi mermer döşeli. kurnalı ve çeşmeli. İki veya üç odadan ibaret. Hülasa bunlarda sıcak ve soğuk hamamlara mahsus, her türlü kolaylık var ...
Haremler ise daima geride. Sokaktan görülemez. Görünen kısımları yalnız bağçelerdir. Bu bağçeler de gayet yüksek duvarlarla çevrilmiştir. Burada, bizdekiler gibi çiçek tarhları yoktur. Bağçelere latif gölgeli ve bence zarif bir manzara vücuda getiren yüksekçe ağaçlar dikilmiştir. Bağçenin ortasında köşk vardır. Köşk büyük bir odadan ibarettir. Ortasında alelumum fıskiye mevcut. Bu odaya 9, 10 ayak merdivenle çıkılır, duvarları yaldızlı pancurlardan ibaret. Etrafta birbirine sarılmış asmalar, yaseminler ve hanımelileri görülür. Hepsi de yüksek ağaçlarla çevrili.
işte zevc ve zevce en gizli zevklerini burada icra ederler. Kadınlar hemen bütün günü burada çalgı ile, nakışla geçirirler (3).
10. mektuptan:
Burada tasvir olunan levha bir kibar hanımın misafirini bu suretle kabul ve izaz ve ikram eylediğini gösterir (4).
Ev gayet zarif ve harikulade temizdi. Kapıdan iki harem ağası tarafından karşılandım. Beni uzun bir sofadan geçirdiler. Burada örülmüş saçları topuklarına kadar, elbisesinin kenarı sırmalı iki sıra cariyeler dizilmiş ... Biraz sonra büyük bir odaya, daha doğrusu hepsi de kalkmış yaldızlı kafeslerle çevrili bir pavyona girdim.
Yanımdaki ağaçların latif gölgeleri burayı güneşin ışığından koruyor. Ağaçların gölgelerine sarılı çıkan yaseminler ve hanımelileri tatlı bir koku saçıyorlar. Bu letafetlere ayrıca beyaz mermerden bir fıskiye görmek zevki de biniyordu.
Suları tatlı bir çağlama ile üç dört havuza dökülüyordu. Yaldızlı sepetlerden taşmış hemen düşecek gibi yanyana her nevi çiçek resimleri yapılmıştı. Kethüdanın (Kahyanın) Hanımı dört basamak yüksekliğinde zarif İran halıları ile süslü bir mindere uzanmış, işlemeli beyaz saten yastıklara uzanmıştı.
Dizinin dibinde tahminen 12 yaşlarında iki kız oturuyordu. Giydikleri hemen kamilen elmaslarla süslü idi. Pek sevimli idiler. Fakat güzel Fatma'nın yanında (Kethüdanın hareminin ismi Fatma idi) bunlar hemen dikkati çekiyordu. Hanım pek güzel. Benzerini ne İngiltere'de, ne de Almanya'da gördüm. Hayır, yüzü kadar bakılmaya layık bir yüz gördüğümü hatırlamıyorum.
Beni istikbal için ayağa kalktı. Elini göğsüne doğru götürerek memleketinin adetince selamladı. Bizce barbar tanılan bir memlekette doğduğu halde tabiatı o kadar vakurane, tavırları o derece asilane ve aynı zamanda o kadar tabii ki, kendini Avrupa'nın en muhteşem tahtlarından birine oturmuş görenler eminim ki kraliçe olmak için doğmuş olduklarını zannederler. Hülasa güzelliği İngiltere'deki güzellerin hepsini gölgede bırakır ...
Edirne'den 17 Mayıs tarihli mektubundan :
... Şehrin mevkii güzel, arazisi mükemmel fakat havası bozuk. Tahminen diyorlar ki şehrin muhiti 9 mil imiş. Buna şüphesiz bağçeler de dahil. Saraylar diğer evlerden ancak büyüklükleri ile ayırdedilebiliyor. Çünkü Türklerin mimarisinde hiç gösteriş yok (5).
Dr. Rıfat Osman'ın Edirne Evlerine ait ilk müsvedde defterinden bir kaç not:
«.. Bazen icap ederde kerpiçten örülmüş adi bir duvarla fakirane bir portaya girdiğiniz zaman köhne ve içine girmek şöyle dursun, uzaktan belki bakılmağa layık olmayan bir ev bulacağınızı zan ve tahmin eylemiş iken ağır ağır açılan büyük kapı kanadı aralığından girince ağaçlı, çiçekli bağçenin köşesinde sevimli bir evin bulunduğunu hayretle görürsünüz.
Ekseriya tarhların tarafları, dört köşeli uzunca mermer parçaları ile çerçevelendikten sonra şimşirle çevrilmiş çakıllı muntazam yollara, tarafları çiçekli mermer havuzlara, içlerinden sular akan taş arıklara rastlayınca rustai bir zevkin incelikleri içinde bulunduğunuzu anlarsınız.
Bilhassa Edirne hanımları bağçelerine maderane bir sevgi ile bağJıdırlar. Fidanları ve çiçekleri için çok kıskançtırlar. Orayı gezenler için toplanan çiçeklerin koparılışlarma dikkat ederseniz ellerin titrediklerini görür gibi olursunuz.
Ağaçlarının' gölgeliklerinde çiçeklerine karşı, havuzlarının zemzemelerini dinleyen Edirne'li bir hanımın kilimin üzerindeki bir oturuşu temaşaya layık zevk ve sefa levhasıdır.
(Ev) arsaları meyilli bir yere rastlarsa, sedler inşası ile düzeltilirdi. Bu gibi hallerde ya sokak tabanında bulunan birinci sed üzerinde ve daha ziyade bu seddi bağçe halinde terk ile, ikinci seddin üzerine getirmek şartı ile birinci sedden başlıyarak, bir kısmını direklere ve duvarlara oturtmak sureti ile yapılırdı. Teşekkül edecek bodrum katlarında da anbar gibi yerler yapılır veya bağçe tabanına göre münasip düşerse, yazlık, taş döşeli ve havuzlu odalar vücuda getirilirdi .... »
EDİRNE'de EV TİPLERİ
Doktor Rıfat Osman buyurur ki:
- Ev sokak üzerindedir. Duvarların ve hane dahilindeki ahşap kısımların inşa tarzlarına nazaran ikibuçuk asırlık bir evdir. Bir katlı olan evin sokak tarafında penceresi yoktur. «Kıyakta Karabulut Mahallesinde idi».
- Ev, sokaktan uzak ve bağçenin bir köşesindedir. İki asırlık olduğu hatasız söylenebilir. Anbar ve ahır kısmı, ya ilave edilmiş, veya eski esaslar üzerine son senelerde yani yarım asır önce yapılmıştır.
- Ev ağaçlı, çiçekli bağçe ile çevrilmiştir. Bu evin arka tarafında kapısının ağzındaki bilezik pek cesim ve eski bir eserdi. Bileziğin ağzına yakın bir noktada üstte «Baltacı», altında «sene 1063» (1652) kitabesi vardı. Fevkalade nefis mermerden yapılmış olup yatak kısmı iki metre murabbaında ve bileziği dahilen 52cm. kutrunda, 70cm, yüksekliğinde idi ve bilezik ile kapağı yekpare idiler.(6)
AVLULAR - TAŞLIKLAR - NİYAZLIKLAR
Bu bahiste anlatılacak kısımlara zengince yapılmış evler örnek alınmıştır. Maamafih ufak bazı evlerde de bu gibi avlular ve taşlıklar vardır. Niyazlıklar ise büyükler ve zenginlere ait evlerde görülmüştür.
AVLULAR
Bunlar evin harem ve selamlıklarında, büyük kapıların açıldıkları bağçe kısımlarıdır.
Eski evlerde büyük kapılar seyrek olarak taşlıklara açılırdı. En ziyade kale içi saraylarında, vezirler ve devlet büyükleri konaklarında, büyük kapılar çoğunlukla avlulara açılır. Avlular, evin özenle yapılmış bir bölümü olup ağır kanatlı kapıları açılınca tabanları mermerden ve çoğunlukla döşeli bir meydana girilirdi.
Bu meydanlar en çok yirmibeş metre dörtlemesindedir. Yanlarındaki bağçe de herhalde yarım metre yüksekliktedir ve üzerleri mermer döşeli duvar set-leri ile ayrılmıştır. Avluların uygun bir yerine çok beğenilir çeşmeler konmuştur.
Çeşmelerin tarih yerlerinde, şarkta alışılmış olduğundan «ve minel mai Külleşey'in hay» levhası, ev sahibi ismi ile evin yapılış tarihi yazılıdır. Bazı büyük evlerde selamlık kapılarının büyük kanatlarının aşağı kısımlarında ancak bir insanın eğilerek geçmesine yarar küçük kanatlar vardır. Bunlara yelkovan derler. Dairenin personeli ve bazıları, girip çıkarken buradan geçerlerdi. Yelkovanlar, açılıp kapanmayan ve daima sol tarafında bulunan (sürgün kanadı) üzerinde idiler.
Bazı evlerin, bu avluların ortasında ufak, fakat gösterişli havuzları olduğu gibi üzerinde kokulu çiçekler veya asmalarla donanmış ve cidden be-ğenilen biçimde yapılmış çardakları da vardır. Harem ve selamlık büyük kapılarının avlularında, her iki bölüme geçilecek şekilde küçük kapılar bulunur.
Bu düzende bulunan evlerde, günlük misafir alınacak odalar avlu tabanında ve birinci kattadır. Daha çok ağırlanacakların, erkek ve kadın olanları bunların üstündedir.
Her iki yanda da personelin odaları da yine bu taban katındadır.
Bu avlularda ve taşlıklarda, çardakların ortasında 6 veya 7 kandilli bir fener bulunur. Bunlardan birinin 1094 (1682) de Rasim adında biri tarafından yapıldığı yazılmıştı.
Bu fenerler yazlık divanhanelere de asılırmış.
TAŞLIKLAR
Büyük sokak kapıları doğrudan doğruya evin en alt katındaki (taban) bir geniş meydana açılırdı. Burasının bir yüzü, küçük camlarla yapılmış pencerelerden oluşur ve bütün aydınlığı buradan alırdı. Tabanları mermer, kaygan veya pek çok eski sokaklarımızda bugün de olduğu gibi, fakat daha biçimli olarak, Roma Kaldırımı (7) usulünde döşenmişlerdi.
Bu son usulde döşeli olanlarına binek arabaları, ve emsali ile girilirdi. Bu avluların da genişliği, arabanın içeride dönerek çıkmasına yeterli idi.
Bu taşlığa en çok üç, en az iki alından birinci katın sokağı veya evin bağçelerine ve kanatlarına bakan odaların, kapıları önünden geçen direkli ve parmaklıklı (Devir sofaları) bakardı. Devir Sofalarının taşlık tabanından yüksekliği üç buçuk metre idi.
Taşlıkların, %90 sokak kapısına karşı gelen yönünde, camlı avludan gayri olan alınlıkları, devir sofalarının yanlarındaki odaların altında ve personele ayrılmış taban katı odaları ile çerçevelenmiştir.
Bu taşlıkların evin bölümlerine uygun bir yerinde bulunan merdiven ile Devir Sofalarına, yani birinci kata çıkılır. Bu gibi evlerin 1050 (1640) tarihlerinden önce yapılanları da vardır.
NİYAZLIKLAR
Niyazlıklar, taşlıklardan Devir Sofalarına çıkılan merdivenlerin alt baş-lıklarında, 1 X 1,5 metre kadar tek parça, Q 12 - Q 15 sm. kalınlığında bu mermer taşın iki yanında, mermerden yapılı 2-3 basamaklı birer merdiven vardır (8).
Bunlar birer binek taşıdır. Ön ve arka alınlıklarında raf biçimi ikişer çukurluk vardır ki sokak ayakkabılarını kaymağa özgü yerdir. Binek taşlarından Devir Sofalarına çıkan merdivenlerin başlarında cami mimberlerinin kapılarına tamamen benzer bir biçimde iki sütun ve başlıktan yapılı bir kapı vardı. İşte bunların hepsine niyazlık denir.
Vezirler ve büyüklere özgü evlerde bulunan bu büyük harem daireleri, taşlıklarında yoktur. Bu kısmı içine alan üç büyük evi kale içinde görebildim. Her ikisinde kapılar vardır. Üçüncüsünde ise kaldırılmıştır. Lakin yeri görülmektedir.
Büyük sokak kapısından giren ve ata binmiş ev sahibi veya konuk, niyazlık taşına kadar ilerleyip iner. Ev sahibi evde yoksa niyazlık odasının perdesi kapalıdır. Bu perdenin açık durması ev sahibinin evde olduğuna ve konuk kabul edeceği anlamına gelir.
Ev sahibi. evde bulunmadığı anda, onlarca belli veya sayılmağa değer konuklar alınır. Çubuk ve kahve sunulur, bu esnada ev sahibinin oğlu veya damadı gibi yakınları bu toplantıya katılmaz. Konağın Ağalarından biri karşılar ve uğurlarlar.
Niyazlık perdeleri koyu fes rengi veya koyu yeşil renklerde imiş. Araştırmalarımızda niyazlık kapısı başlıklarının altında bu perdelerin takıldıkları yerler ve halkalar görülmüştür.
MERDİVENLER
H. XI. asır sonlarına kadar yapılan tahtadan merdivenler zamanımızdakilere benzemez. Bunlar şimdiki nakil olunabilir yapı merdivenleri gibidir. En sadesinden en muhteşemine kadar merdivenler şöyle idiler:
İki kalınca tahtaya, merdiven seri açılan 1-2 cm. derinliğinde bulunan dişlere oturtulmuş, tahtalardan yani raht (9) sız düz basamaklardan oluşmuştur. Dişlerin açıldığı tahtalar 5 cm. kalınlığında ve merdivenin uzunluğu ölçüsünde bir parçadır. Düzgün kalaslardır. Basamakların aralıklarından arka tarafı görüldüğü için alışmayanların inip çıkması güçtür. Lakin bazı evlerde basamakların altı kaplanmıştır.
Merdivenler iki duvar arasına rastladığından «aşağı kapak» «yukarı kapak» adlarında ve merdivenin alt başında iki kapı vardır. Bunlardan birincisi merdivenin iç tarafında, ikincisi de merdivenin vardığı katın sofası tarafındadır ve sürgülerle kapanır.
Eğer merdivenler iki sofa arasında yapılmış ve bir veya iki kanadı açık kalmış ise merdivenin sol boşluğu yerden kapatılmak üzere düz bir durum-da kapatılıp üzerinden sürmelenen kapaklar vardır ki bunlara da merdiven kepeneği veyahut sadece kepenek derlerdi.
Avrupalıların Hizmet «servis» merdiveni dediklerine bizde bazen «firar merdiveni» denir. Zira kuruntusuz bir yaşantısı olmayanların zamanında, herhangi bir saldırma veya tutuklamada kurtulmak için, çoğunlukla yatak odalarına yakın gizli merdivenlerden faydalanılırdı.
ODALAR
Türk evlerinde en sade yaşıyanlarından başlıyarak çok muhteşem bir hayat sürenlere kadar, bir teşrifat hakim idi. Her şeyden önce her şeye mahsus bir oda, bir yer, bir aralık hülasa bir özel yer vardı. Bu mesken rapt-u zaptı ile iftihar eden Edirneli yaşlı bir hanımdan şu sözleri işitmiştim:
- Bizim gençliğimizde bir evin sokak kapısından tutunuzda çatısına kadar her yerin ismi vardı. Her şey de yerli yerinde dururdu. Herkes ne alırsa kullanır, onu yine yerine koyardı. Şimdi bu düzgünlük o kadar bozulmuştur ki gerekirse bir makara veya bir iğneyi, hatta bir süpürgeyi bulmak için bir gün geçiyor, diye gençliğini anıyor ve methediyordu. Zannederim bu 85 lik hanım nine -birazdan ziyade- haklıdır.
Türk evlerinde şu isimde odalar vardı:
- Oturma odası, Günlük oda derlerdi.
- Yatak odası, En eski zamanlarda 'musandıralık' derlerdi.
- Misafir odası 'Hoşametlik' dahi derlerdi.
- Namaz odası gibi, isimlerine göre bazı özellikleri içine alan odalar vardı.
Bu odalardan hangisinin kt1pısı kıbleye dönük ise namaz odası o olurdu. Mahaza evin duruşunun kıbleye uygun durmasına önem verilirmiş.
DOLAPLAR - RAFLAR VE HÜCRELER
Bunların şekilleri ve konan yerleri çok çeşitlidir. Bunlar yüklük değildir. Onlardan odalar bahsinde ayrıca bahsolunacaktır. Yalnız Edirne'de değil bütün Türkiye'nin her yerinde mevcut ufak ve büyük evlerin çeşitli odalarında rafın bulunmadığı vaki değildir. Dolaplar mutlaka bulunur. Anlaşıldığına göre bu dolaplara çamaşır gibi şeyler konmaz, tatlı, şeker, şerbet, şurup dağıtılmasına mahsus kaplar ve bunların mutat olarak bulundurulan fazlaları tabaklar, sofralara mahsus bakır eşya, havlular, örtüler, leğen ve ibrikler, silahlar, binek hayvanlarına mahsus koşum takımlarının en kıymetlileri... gibi eşya saklanır.
Misafir odalarının duvarlarındaki «Sıra» rafları denen ve odanın duvarları boyunca insan boyundan yarım metre yükseklikte yapılmış raflar üzerinde de kıymetli çini ve porselen tabaklar, kaseler ve sürahiler orayı süslemek için konurdu. Türkiye'nin, Rumeli ve Anadolu taraflarındaki evlerinde de bu alışkanlık an'ane haline gelmiştir.
Ateşli ve kesici silahların duvarlara asılması nefretle karşılanır ve ayıp sayılırdı. Rumelinde, bize nankörlükle her asırda karşı gelen azınlıkların evle-rinde adeta bir intikam havası yaratma maksadıyla kiliselerin emriyle teşhir edilenlerin çokluğunu resimlerden görmekteyiz. Bizde bu silahlar hane sahiplerinin yatak odalarının itinayla kilitlenen dolaplarında saklanırdı.
Katlı raf denen hücrelere de kapaklı ve kıymetli zarif kâseler, gülapdanlıklar ve çiçeklikler konurdu.
Raflar ve dolaplar oda kapılarının konduğu yerlere göre değişir. Eğer kapı duvarın ortasına raslarsa raflar sağlı ve sollu konur. Rafların yanlarını dolaplar alır, nişimenler de (10) dolapların yanlarındaki duvarlarda bulunurdu.
Eğer kapı bir duvarın nihayetinde ise nişimen ortadadır. Etrafında raflar, sağ ve solda dolaplar yer alır.
Bu rafların klasik ve rokoko envai vardır. Köşeleri ya oymalı veya tahta üzerine kabartma kenarlı ve nakışlıdır. Hele dolapların Üzerlerinde renkli bordürler ve üzerlerinde renkli, vazolu ve vazosuz büyük buketler resimleri yer almıştır.
Hele bunların içinde zarif sade güzelleri vardır. Sayılmıyacak derecede çeşitlidirler. Bir hücrenin aynına başka bir ev, konak ve kasırda raslamak kabil değildir.
Tekkeler de birer ev ve konak yavrusu olduğundan bu mimari teferruat oralarda da çeşitli olarak bulunur.
OTURMA ODASI
Aile fertlerinin birlikte oturdukları oda, Harem ve Selamlık olan evlerde, yalnız harem kısmında ve birinci katta bulunurdu. Hane sahibinin bir ziyaretçisi gelirse selamlıkta, misafir odasında kabul ederdi. Hicri X. asırda ve daha önce yapılan evlerde çok defa bu odalar sokak tarafında olmayıp, pencereler, evin bağçesi tarafındadır. Sonraları sokak tarafında da günlük odalar yapılmağa başlanmıştır. Pencereleri sokağa bakan odalarda kadınları oturtmazlardı. Bu odalar ocaklı olup, yaz ve kış burada otururlardı.
YATAK ODASI (MUSANDIRALIK)
En eski Türk evlerinde yataklar, yerden ikibuçuk metre dikine tahta direkler üzerine tutturulmuştur. Tarafları siperli (musandıra denilen) yerlere serilir. Buralara yerli olmayan birkaç basamak merdivenlerle çıkılır ve çıkılınca merdiven yukarıya çekilir.
Edirne'de bu tarzda ev görülmemiştir. Lakin Edirne yeni sarayının harem kısmında cariyelerin oturdukları yerlerde bu gibi yatmağa yarar musandıralar son zamanlarında dahi var. Keza harem dairesine yakın Harem Ağalarının acemileriyle Zülüflü Baltacıların da musandırada yattıkları sarayın onarım keşiflerinden anlaşılıyor.
Musandıralar zamanla evlerde kullanılmamış ve buna benzer yataklıklar yapılarak içinde yatılmıştır. Birkaç evde bu yataklıklar, bir yük gibi çifte kapaklı idiler. Bunlardan birinin arkasında, doğrudan doğruya evin tamamen ayrı bir kısmına açılan küçük bir kapı vardı. Bu bir suikast esnasında kaçabilmek ya da diğer bir amaçla yapılmıştı.
Bu gibi yataklıklar zenginlere mahsustur. Bunlar oda yerinden en az yirmi, en çok 40 cm, yükseklikte ve 2,25 boy ve 1,25 eninde bir sedirdir. Bir yanı açık, diğer yerleri parmaklık veya tahta kaplı, bir korkuluk ve köşelerinde dört ince tahtaya dayanan bir tavanı vardır.
Bunlar düz yapılı oldukları gibi, süslü, sedefli ve fildişi parçaları ile be-zenmiş olanları da vardır. Tavanlarının içi, değerli kumaşlarla kaplı olduğu gibi aralarında da keza böyle kumaşlardan çekilmiş perdeler de vardır.
Sarayların arz (padişahın kabul) odalarında kullanılan (taht)lar da böyle ise de onların önlerinde üç dört basamaklı bir merdiven, direklere dayanan tavan yerine biraz yüksek bir kubbe vardır.
Bu tahtlar eski yüzyıllarda bir kişinin oturmasına uygundur. Zamanımızın geniş koltuklarına da bütünüyle benzer. Köşe direkleri üzerine oturtulmuş, kubbeli bir tavanı vardı.
Kale içinde rastlanan diğer bir yataklık ise yerden 15 csm. yükseklikte 2 m. uzunlukta, 1,10 cm. eninde ve tavanı 1,35 idi. Burası bir kanepe gibi döşenmiş ve böylece kullanılmıştı. Rokokomsu kemerler arasında kabartma süsler vardır.
YATAK ODALARI PERDELERİ
Odaların yerden bir basamak kadar yüksek olduğu odanın genişliğine göre tavanda son bulan ahşap sütunlar bulunduğu, bunların arasında parmaklık bulunduğu yazıldı. Yatak odalarında, geceleri direklerin arasına tavandan yere kadar kalınca kumaştan bir perde çekilirdi.
Bu perdeler gibi, diğerleri de, odanın pencereleri önüne, tepe camları örtülmemek üzere keza asılırdı. Bu perdeler genellikle siyah, fes rengi veya koyu yeşil renklerde ve süssüzdü. Araştırmalarda perdelere rast gelinmemiş ise de, her iki tarafta asıldıkları, ince demir çubuklar görülmüştür.
Bir not: Oğlu padişahın seferde yokluğunda Valide Sultanlar, saray ve devlet büyüklerinden birini veya birkaçını odalarına kabul ettiklerinden divan odalarının direkleri arasında bunlar gibi perdeler asılırmış.
Bu perdelerin üzerinde kıymetli taşlarla, incilerden ve altın varaklardan yapılı süslemeler varmış. Bunlara «Serâperde» denilip otağlarda da kullanılırmış.
KIŞ PERDELERi
Kış mevsimi gelince, odaların pencereleri cephelerine kalın kumaşlardan nakışlı perdeler asılır ve bunların pencerelerine rastlayan kısımları gerekirse üzerine katlanarak yukarıya doğru (kapı perdeleri) gibi kaldırılırdı.
Bunlar ya pencerelerin aralıklarından gelecek soğuğa karşı konulmuş olmalıdır, veya odanın sıcaklığını koruma maksadıyla. Bu perdelerden olan çok kıymetli ve zengin süslerimizle bezenmiş üç büyük parça İstanbul'da, Gülhane Askerî Tatbikatı Tıbbiye Kurucusu Prof. Rieder Paşa tarafından 2.700 liraya 1900 yılında alınmıştı.
TANDIR
Çocukluğumda İstanbul'da kullanılırdı. Şöyle ki:
Evimizde ve komşularda gördüğüm ve hatırladığım tandırlar genellikle 1 m. dört köşeli 90-95 cm. yüksekliğinde bir masa gibi olup altında ve ayakları arasında yerden 10 cm. yükseklikte ince bir toprak çanak, içinde azıcık kül bulunan, üzerinde ateş konulup, kendisine mahsus yorganla örtülüp, içine dizlere kadar bacakların uzatılıp oturulabildiği ve mangalın konulduğu taraflarda 10-15 cm. yüksekliğinde parmaklıkların trabzanlarına basılarak, yorganın dizlerin yukarısına kadar çekilip örtülebildiği birşeydi.
Edirne'de bir ailede böyle bir tandır gördüm ve icap eden bilgi ile resmini İstanbul'dan Asâr-ı Atika müzesi kurucu müdürü Ressam Osman Hamdi Ethem Bey'e göndererek sahibi 120 liraya verecek dedim. O zaman Edirne'de Avusturya posta memuru Zamero 1550 liraya almak için pazarlık ediyordu. Amerikaya işçi yollamak üzere Edirne'ye uğrayan bir yabancı ajan bu tandırı, örtüsünü ve mangalını 220 liraya aldı. O esnada 120 lira bulunmadığından, müzemizin bu çok değerli ve şarkvari tarihi eserden mahrum kalmasına çok acınmıştır.
Tandırın bütün tahta kısımları pelesenkten yapılmış olup, üzerine kendinden kabartma şark biçiminde nakışlı, aralarına da altın kakma, fildişi ve sedef parçaları konulmuştu.
Ortasında, mangal göbeğine benzer bakırdan yapılmış bir kısım ile yine bakırdan delikli bir kapağı vardır. Her tarafında da oyma süsler vardır. Bu iki kısmın içine bu şekle uyacak pişmiş toprak çömlek yerleştirilmiştir.
Tandırın üst tablası altındaki kuşağın bir kenarında Gazanfer Akçay sene 1001 (1592) yazılı küçük bir imza levhası vardı ve bu yazı zorlukla okunuyordu.
Kendisine mahsus olan örtüsüne halk 'tandır yorganı' der.
Koyu menekşe canfes üzerine gümüş ve altın tellerle karışık sarı renkli bir iplikle büyük bir şal yaprakları işlenmişti.
Altı ise kalın ve çuha vasıflarında ve turuncu renkte bir kumaş kaplı olup üzerinde küçük samsalı (baklava şekilli ve yorgan dikişli) diğer bir kalınca kumaşa tutturulmuştu.
Bundan başka Edirne'de bir tandıra rastlanmamıştır. Rahmetli Dilaver Cezzar Bey çocukluğunda İstanbul'da kullanılan tandırlara benzer tandırların da Edirne'de bulunduğunu hatırladığını söylemiştir. Edirne'de tandırlar pek revaçta değilmiş.
ODA OCAKLARI
Edirne evlerinde ocaklar en sıhhi ısınma vasıtasıdır. Şimdiki evlerde yoktur. Dünyada en güzel ve pek çok çeşidi olan zarif ocakların, kale içinin 1321 deki (1905) yangınında 300 den fazlası mahvolmuştur.
Bunlardan en eskisi 15. asra kadar uzanır ve bir tanesi de çini kaplıdır ve aynı model bir çok yerlerde tatbik olunmuştur.
Ateşlik denilen asıl odunun yakıldığı kısım muhtelif büyüklüktedir, ayak taşı, çerçeve taşı, küllük gibi isimler alır. Çeşitleri ve muhtelif büyüklükte derince olanları da vardır.
Ateşliğin içindeki odunların alevli bir halde yandığı esnada karanlık bir oda zemininde ve duvarlarında husule getirdiği ateşin akisleri pek güzeldir.
Dumanlık denen baca başlangıcı önünde, 12 ve nadiren 10 kıvrımlı bir ehramın nısfı, dik konulmuş bir külah şeklinde olup, yaşmak denilen bir siper bulunurdu. Buna davlumbaz itlâk olunur. Ocaklarda satıhları itina ile inşa edilmiş kaplanmış çiniler mutaddır. Edirne ve İstanbul Saraylarında misalleri çoktur. Edirne'dekilerden eser kalmamış, fakat İstanbul'daki çok çeşitlileriyle muhafaza olunmuş ve harap olanları da son senelerde tamir edilmiştir. Bu ocakların bilhassa bahis konumuz olan Edirne'dekilerinde koltuk taşları (maşalık) denen mermerden yapılmış iki siper vardır.
Ocaklar alçak tavanlı yer odaları ile, köy evlerinde yaşmaksız ve sadece dumanlıklı basit şekillerde yapılmışlar, fakat yine zarif bir şekilde süslenmişlerdir. Bunlar bilhassa kalınca yapılan duvarların içine yerleştirilmiş veya odanın arkasına bir kümbet şeklinde dışarı çıkarılmıştır. Bunlardan Muradiye Yeni Pazarına giderken, Sarı Caminin yanındaki ev de böyle idi.
Ateşliklerin yerden ancak yirmibeş, otuz santim yüksekliğinde yapılması Edirne'de umumi bir kaide olarak uygulanmıştır. Maahaza, Edirne'ye civar havza, Havassı Mahmut Paşa, Osmanlı, Su Akacağı, Saray ve Çömlek Akpınar gibi bazı köyler de vaktiyle bugünkü Edirne'nin yarısına muadil nüfuslu ma'mur ve cesim kasabalar idiler.
Ateşlikleri ile birden 40-50 cm. irtifaında olması ve koltuk taşlarının da düz ve tamamen müstakil bir şekilde olarak zamanımızın bazı geniş koltuklarına müşabih bir şekilde bulunanlarına da tesadüf edilmiştir.
Bu şekli icap ettiren saikin, her halde Edirne'de kesilmiş odunların, ocaklara istif edilerek, büyük kütükler halinde konulup yakılmalarından ileri geldiği sanılıyor.
Garpte Rokoko denilen tezyinat XVIII. asır ortalarında Türkiye'de ve dolayısıyla Edirne'de de taammüm edince yaşmaklarda bu uydurma, velakin sonradan bizim hüviyetimize giren süsler esas olmuştur.
Bazen bu ehrami yaşmaklar basık ve güzel olmayan ufak kubbelere tahavvül etmiştir. Bir de bunların altında korkuluk denen saçaklar da yapılmıştır. Bunlardan birine Cezar Konağında ve birkaçına da Kale içinde yanan evlerde rastlanmıştır.
Edirne Sarayındaki Kümbetin tavsifinde üstadımızın görüşü:
« Kümbendin harici manzarası tam bir mahrut gibi görülmekte ise de hakikatte aşağı tarafında mahrutun bir kısmı amuden kesilerek ocağın ateşliği ile birleştirilmiş ve ( 1.35 m.) irtifaında ikinci bir delik ile kara baca ile iştirak ettirilmiş, bu suretle ocağın ateşliğindeki hararet kümbetin bu kısmından devrederek geçmiştir. Mahrutun bu kısmının üzeri ise, tam bir mahrut şeklinde olup zirvesi bakırdan mamul tezhipli bir alemle nihayet bulmaktadır.
Kümbetin firuze renkli çini kaplı olan umum satıhları, 22 sırada 285 adet. hamam kubbeleri gibi dairevi delikler açılmış ve delikler hamamların camdan mamul taslarına mukabil, nısıf küre şeklinde kalın camlarla kapatılmıştır. Şu suretle ocakta yanan ateşin alevlerinden çıkan renkler bu deliklerin cam kapakları arkasından görülmektedir ki bu Edirne'den başka bir yerde görülmemiştir ve Edirne medeniyetinin bir şaheseri olarak kalacaktır, bu mealde hemen yegane misaldir.
Bu suretle, ısıtılan odada kül ve odun kokusu bulunmaz bu da çok faydalıdır ve cam deliklerden alevlerin sarılı, kırmızılı akislerini temaşası da ne hoştur.
Dört asırdan beri tütün de memleketimize girdiğinden çubukla içilmeleri hasebiyle ocakların sağ ve soluna (çubukluk) uzun hücreler yapılmıştır ki çubuklu ağızlıklar orada muhafaza edilir. Bu kabil sağ ve solunda çubukluklar bulunan ocaklar XVIII. asırdan itibaren bu Türkiye'nin her tarafına yayıldığı halde, Edirne'de aziz doktorumuz ancak böyle bir ocağa Yıldırım semtinde rastlamıştır.
Bunun iki tarafında raflar. önü açık çubukluklar ve bunların sırasında da her iki başta kapaklı dolaplar varmış. Doktorumuzun gözü Edirne Sarayı Cedidi amiresindeki XVI. ve XVII asır klâsik Ocaklara alıştığı için. Rokoko tarzındakileri sevmiyor. Doktorumuzun bunda hakkı var. Çünkü bunun en kötülerini görmüştür. Bizim, resimlerinden bile gördüklerimiz içinde cidden sevilme-ye layık olanlar az değildir.
Bundan bir asır önce Edirne'de «Maraş» köyünde bir ocak görülmüştür ki ocak yandıkça yaz ve kış sıcak su bulundurmak için bakırdan su haznelerini de aziz Doktorumuz görmüştür.
Şüphe yoktur ki, asırlar önce Osmanlı vatandaşlarımız bütün dünya münevverleri ve halkı gibi mikrop nedir bilmezler, fakat tozdan çekinirler, ne pis gezerler ne de kokarlardı. Gayet temiz idiler. Evlerini kireci çıkmaz nakışlı sıvalarla ve hatta çinilerle süslerler ve yerleri de çok çeşitli su geçmez malzeme ile örterlerdi.
Hele Edirne evlerinin, üstü açık ve kapalı avlularına büyük çeşmelerine, havuzlar ve sebillerine kadar, her tarafı süslemeleri Türk evinin temizliğine birer şahittir.
Üstadımız Doktor: Tarihte tozdan nefret eden vatandaşlarımız ocaklarının yaşmaklarını fazla meyilli bir satıh şeklinde ve çini ile kaplamalarında ve kuşak kısmında ise cüz'i ve fakat mecburi bir çıkıntı bırakmalarında, toz toplanacak yerleri azaltmaktan başka bir gaye mahsus değildir, der.
Lakin üstleri yuvarlak olanlar her vesile ile çok toz yutarlar. bunu da bildiklerinden bu moda olamamıştır. Üstadımız tetkike muaffak olduğu 300 den fazla ocak içinde bu kabil ancak 4-5 kadarını görebilmiştir. Önce, kenara Rokoko aralıklı bir korkuluk da konmuştur ki, toz ve örümcekler tutunursa, temizleninceye kadar görünmemesi içindir.
OCAK BACALARINDA HUSUSİYET
Ocakların bir kısmı odalar içinde bir kısmı da hariçtedir. Ocakların harçları ve tuğlaları ateşe mukavim hususi malzeme ile yapılır.
Kalın ve taş duvarlı yapılar terk olunarak ince ahşap duvarlar yapılmağa başlanıldıktan sonra ocakların bir kısmı odaların içine ve bir kısmı da harice gelmek üzere inşa edilmişlerdir. Ocağın sikleti hususi meşe hatıllara dayanıyor, horasanlı bir harç ateşe mukavim bir tuğla ile örülüyor.
Bu ocaklarda, eski ocaklarda görülmeyen bir parça konuyor ki, bunun adı (nefeslik-rüzgârlık) denen pişmiş topraktan yapılmış üç, dört adet da künktür. Bu nefesliklere çok önceleri İğdiş derlermiş. Hatta büyük ocaklarda da varmış.
Onların dar tarafları ocakların ateşliklerine gelmek üzere yerleştiriliyor. Rıfat Osman bunlardan ancak beş tane görmüştür.
Ocakların arkasında yandaki odayı da ısıtmaya yarıyan (kümbete) gelince:
Bunlardan bir tane Edirne Sarayı Cedide-i Amiresi Kum Kasrında vardır. Resimlerinden bunu anlıyoruz. Bu kümbetli ocaklardan Rumelinde evlerimizde mevcut olduğunu görenler nakletmişlerdir. Edirne Sarayı bu güzel şeylerin her tarafa dağılmasında müstesna örneklerden olmuştur.
Bunun faydaları şudur:
- Bir odada ateş yakmak ve bu ateşle devamlı odayı ısıtmak.
- Bir ateş ile fırını kızdırmak, su ısıtmak, yemek pişirmek.
- Aynı ateşle yıkanmağı temin etmek.
Aziz Doktorumuz, hala bu esas üzerine yapılmış bazı küçük kümbetlerin mevcudiyetini bildirmiştir ki, bu bir nevi bu günkü kalorifer teşkilatının iptidai örneklerinden biridir.
Edirne sarayında, Kum Kasrındaki kümbet ile yandaki yatak odası kışın daima sıcak durmaktadır.
PENCERELER VE KAFESLER
Pencereler: Odaların ışık ve hava almalarına yarayan bu parçalar, evlerin kalın taş tuğla veya ahşap ince duvarlı yapılmalarına göre, çeşitli biçimlerde yapılmıştır. Duvarların kargir ve kalın yapıldıkları yüzyıllarda, içten dışa doğru pencerelerin parçaları bunlardı:
Demir veya ahşap parmaklık, çifte ve beheri üçer camlı kanat, tahtadan kepenkler.
Kepenklerin, demir saç levhalardan yapıldığı da görülmüştür.
Duvarların genişliği, tahta yapılarda azaldıklarından kepenkler bir süre yine odaların içlerine konulmuş ve pencerelere giyotin denilen tarzda yukarıya doğru sürme yapılmışsa da, bu çok sürmeyerek dışa konmuş, parmaklıklar çoğunlukla kaldırılmış ve camlar odaların iç taraflarına takılmıştır. Maamafih yukarı sürme pencereler yapılamamıştır. Başlıca sebep camların temizlenememesidir.
Parmaklıklar üç dik, beş düz çubuktan olur. Diklere dişi çubuk, düzlere erkek çubuk denilir. Geçme yerleri yuvarlak, köşeleri ise birbirine üçgen gibi kesilmiş, bir küp biçimindedir. Bunların silindir deliklerinden erkek çubuklar geçirilir.
Evlerin tahtadan yapılmalarına başlandıktan sonra. dıştan pencerelerın üzerlerine, tahtadan en çok 35 cm. genişliğinde bir siper konulmuştur. Bunlara Edirne'de bir zaman SAKFA denmiştir. Sakifeden bozmadır. Sonraları daha geniş ve yapılış sebebini göstermek için yağmurluk denmiştir. Bunlar geniş bir şekilde iki başlarından pencereye dayanak ile eğri bir durumda tutturulmuştur.
Bunlar önceleri her pencereye ayrı ayrı yapılmakta iken sonraları iki-üç pencerenin başlıkları üzerine, uzun ve tek bir yağmurluk biçiminde yapılmıştır.
KAFESLER
Bizanslılar, özel evlerin bodrum katları pencerelerine ince ve çubuklardan yapılı kafesler koymuşlardır. Amma bu pencereler oturulan odalarda yoktur. İran ve Arap evlerinde İslamiyetin çıkmasından ve doğu memleketlerinde yapılmasından sonra ilk asırlarda kafes olduğuna dair bilgi yoktur.
Bilindiğine göre Edirne'de tahta çubuklardan kafesler ilk önce Edirne Sarayının pencerelerine IV. Avcı Sultan Mehmet zamanında konulmuştur. Amma kafeslerin konulmasına, Sarayın kadınlara ayrılmamış olan yerlerinden, Kum Kasrında başlanmıştır. Buna göre kadınların örtülmesi, nazarları tecessüs ve görülmelerini saklamak maksadıyla değildir. Sarayın Acemi Oğlanlarından birkaçı tarafından yapılan bir saldırıdan, pencerelere kafes konmuştur. Bu esnada Avcı Sultan Mehmed de orada imiş.
Bu suretle Türk evlerinin odalarını loş ve ziyasız bir hale koyan ve ka-dınların sağlıkları aleyhine olan bu lüzumsuz şeylerin ilk defa Edirne'de kullanılmağa başladığı anlaşılıyor. İlk kafeslerin pencere parmaklıklarına nisbeten daha sık çubuklardan yani küçük aralıklı bir parmaklık gibi yapıldıkları, Sarayın selamlık kısmındaki kasırfardan görüldüğü kabul ediliyor.
Kafeslerin, halka mahsus evlerin, bilhassa harem daireleri pencerelerine hangi tarihlerde takılmağa başlanıldığına dair bir kayda rastlanamadı. Lakin Tanzimatın ilanından önce olduğu katidir denebilir.
Zira bu tarihten sonra Edirne'de «Ermeni Kafesi» ve uzunlamasına eksen (mihver) 0,10-0,12 sm. varan main biçiminde delikli kafesler kullanılmağa başlanmıştır.
Edirne'de kafesler 1,5 cm. kalınlığında 30-35 ince çubuuğn dört köşe delikler meydana getirmek sureti ile mıhlanarak 4-5 sm. eninde bir çerçeveye tutturulması şeklinde yapılmıştır.
Edirne'de «İstanbul Kafesi» veya «Tekfur Dağim kafesi denilen ve çubuk-ların 45 derecelik bir eğrilik ile tuturulmalarından ileri gelen kafesler burada yapılmamıştır.
XIII. H. asır ortalarına doğru Edirne'de kafeslerin boyanmalarına ve üzerlerine süsler, ağaç v.s. resimleri yapılmasına başlanmış ise de bu tutulmamıştır. Kafeslerin aşırı olarak bütün pencereyi kaplamaları da bu tarihlere rastlar.
TEPE PENCERELERİ
Pencere kepenkleri kapatıldığı takdirde, oda ve divanhanelerin aydın-lık almalarına yarayacak olan tepe pencereleri, çerçevenin içinde yapılarak açılıp kapanmayan tek bir kanattan oluşmuştur. Duvarlar kalın oldukları takdirde, biri dışarıya diğeri oda tarafına gelmek üzere, çift olarak konulmuştur.
Dışarıya konulanların süslemeleri daha sadedir. Pencereler küçük çapta ve süslü şekil verilmek için, alçıdan yapılmış ve çifte çubuklar arasına tutturulmuş küçük renkli camlardan oluşur.
Tepe pencereleri kalın bir duvarda, dış ve iç olarak çift konulmuş ise de, dıştakilerden içtekilere önem verilmiş olması odanın ışıklı süsünü bütünler.
Xlll. H. asır sonlarında ahşap evlerin ince duvarlarına, yalnız bir alçılı pencere takılmağa başlanıldığından, renkli camları az, beyaz camlarla birlikte koyulanları ise daha çoktur. içeriye takılanlara «içlik» ve dışa gelenlere «dışlık», eğer yalnız bir tane konulacaksa «üstlük» denir.
KEPENKLER
Pencerelerin, önce içine, sonra dışına konulan, dış kepenkler. ve tahtadan kapaklara «pencere kanadı» veya «kepenk» denir. Sert ve iyi cinsten tahtalarla yapılmışlardır.
Bunlar bir çerçeveye geçirilmiş, iki dört köşe veya silindir tabladan oluşmuştur. Özenle yapılmış büyük evlere ait olanları sedef kakmalarla bezenmişlerdir.
XI. H. asırda Edirne'de yapılan iç kepenklerin tablalarında ya tahta üze-rine oyma veya boya ile süslü olanlarına rastlanmıştır. Bu tablaların düz ve süssüz yapılanlarıyla tahtadan geçme ve ziynetli olanları da görülmüştür.
iç kepenkler taş ve tuğladan kalın duvarlı evlerde menteşe ile tutturul-muş olmayıp arka sökeleri içindeki tahta ve ince bir sütunun uçları alt ve üst sökelerden 4-5 sm. kadar dışa çıkarılmış ve pencerenin içine taşa oyulan oluklara oturtularak, kepengin açılıp kapanması sağlanmıştır, bu oldukça eskidir.
Kepenkler kollu menteşelerle pencerelerin dış ve iç sökelerine tutturulmuştur. Bu sökeler mermer veya meşe direklerden yapılmıştır. İç sökeler altunlu ve renkli mermer üzerine kabartma süslerle bezenmiştir.
EV VE ODA KAPILARI
Kapılar sokak ve odalar içindir. Her ikisinden orta boylu bir adamın eğilmeyerek geçebileceği kadar yüksek ve yine bir kişinin geçebileceği genişliktedir.
1 - Sokak Kapıları: En eski evlerde tek kanatlıdır. Süslü değildir. «Akçatepeli» veyahut «Nalçınbaş» denen çiviler ile arkasında tahtadan kalın kuşaklara tuturulmuş ve 3, 4 kalın meşeden yapılmıştır.
Eski kapılarda kilit yoktur. Kapı kanatları arkasında, kalınca meşe direğinden yapılmış bir kol olup, kapının ortasına gelmek üzere duvarın kalınlığı içindeki tahta oluktan çekilerek karşı duvardaki deliğe ucu sokulmuştur.
Kapılar daima sağ tarafından açıldıkları gibi bu tahta oluğun yuvası da sağ tarafa rastlayan duvarın içindedir. Bu gün de, bu, küçük evlerde kullanılıyor. Butidan sonra duvarın içindeki «hatıl» veya kapı kanadına tutturulmuş küçük demir kollar, tahta veya demirden yapılı sürgüler geçirilmesine yarar.
Kapı kanatlarının dışında 9emirden bir asma kol ile altındaki kapıyı çe-kerek çarparak, Ses vermeğe mahsus bir halka vardır.
Sokak kapıları zamanla çift kanatlı olarak da yapılmıştır.
2 - Oda, yük ve dolap kapıları: Bunlar gürgen gibi sert ağaçlardan, birçok tablalardan yapılmıştır. Yapımında demir çiviler kullanılmamış olup bütün tablalar geçme olarak köşelerden tahta çivilerle tuturulmuştur. Tablaların şekilleri ve sayıları pek çoktur.
H. XI. asrın sonlarına doğru, her çeşit tahtadan yapılmışlar, fakat boyanmışlardır. Bu zamana kadar, kapı kanadında çoğalan tablaların sayısı azaltılmış ve ortalarına çiçek resimleri yapılmağa başlanmıştır.
Bilhassa 1920 lerde başlayan Edirne eski evlerinin son yıkılma ticaretinde «Edirne Kanatları» adıyla ve yüksek para ile Amerikalılar tarafından satın alınarak paravan yapımında kullanılmıştır. Bu türden bir çift oda kapısının İstanbul'da 270 TL.sına verildiği duyulmuştur. Lakin bu kanatlar pek zarif eserlerdendir. En eski evlerde oda kapılarının üstü kemerli olup kapı kanadı oda tarafında idi. Bu tür kapılar yüzyıllar boyu devam etmiştir.
Sokak kapılarının yüksekliği artmakla beraber, üst kısımlarına dikdörtgen veya yumurta biçiminde pencereler açılması XI. H. y.y. sonlarına rastlar. Yumurta veya yarım yuvarlak gibi olanlarına ise XIII. H. asır başlarında rastlanmıştır.
Sonraları, ilk kez olarak dikdörtgen tahtadan veya demirden parmaklık-lar konulmuş, çerçeve ve cam takılmıştır. Bu kapıların genişliği tahtıravan veya araba geçmesine yeterli olursa «Porta» denir.
Bu tür geniş kapılar, evlerin altındaki geniş toprak avlulara açılmakta iken gitgide evlerin bağçelerine açılmıştır. Yani önceleri tahtıravan ve arabalar evlerin altındaki avlulara girerken sonraları bağçeye alınarak, büyük kapıların önlerindeki binek taşları önlerine yanaşmağa başlamışlardır.
«Porta»ların üzerlerine, Avrupai olarak «Markiz» gibi dörtköşe, dikdörtgen ve yarı yuvarlak saçaklar yapılması ise XII. H. asır ortalarında başlar. Bu saçakların tavanlarının kabartma tahtalar ve süslerle bezenmesine özen verilmiştir.
XIII. H. asır öncelerinde, bu tür ve süsler bırakılarak yarım yuvarlak haline sokulmuştur. Tavanları da tahtadan, güneş ışınları gibi süslenmiştir.
Bunların üzerleri ilk zamanlarda kurşunla örtüldüğü halde sonraları kiremit döşenmiştir. Eski caminin yan kapıları üzerlerine yapılan bu saçaklar 1,5 asırlık yeni şeylerdir ve camiin mimarisine ters düşmektedirler.
TAVANLAR
Edirne'de ilk zamanlardan itibaren tavanlar tahtadan yapılır ve (şişe) diye en çok 3 cm. kalınlığında tahtadan çubuklarla, dörtköşe eşkenar dörtgen main'e benzer şekillere bölünerek süslenmiş ve kenarlarına (kenarsuyu pervaz) gibi adlar alan kenarlıklar yapılmıştır.
Şişeler saraylarda, konaklarda ve zenginlerin evlerinde altınlanmışlardır. Bu gibi tavanlar sadece boyanmak üzere her evde yapılmıştır. Şişelerin dört uçları ile dörtgen kısımları «satrançlı, main» ise «samsalı» tavan denir. Bu tavanların süslemeleri X. H. asırda başlar.
Kenarları 12 cm. küçük ve 18 cm. den büyük dörtgene rastlanmadı. «Main»lerde bu nisbetlerde bir zamanlar «müşebbek tavan» denilen ve şişeleri zamanımızın kafeslerine· tümüyle benzeyen ve sık olanları da görülmüştür.
Bu gibi tavanların Üzerlerinde, 1 m. dörtgen boşluk bırakılarak, çeşitli kabartma ve boya ile süslenmiş kısımlara zamanımızda «tavan göbeği» denir.
SEDİRLİK
Hayatların sonunda, tavandan 1 basamak yükseklikte ve 4-4,5 m. dörtköşe bir kısım ayrılarak, üç tarafı yerinde oturmuş tahta sedirlerle çevrilir. Hayatın tavanı ne tür süslü olursa olsun bu bölüklerin tavanları daha ziyadesüslenir.
Bunlar büyüklerin evlerindeki yazlık divanhanelere eşit olup, hemen hemen orta halli ve fakir tabakadakilerin evlerinde dahi bulunur. Öyle pek küçük evlerin 120-130 senelik olanlarında da vardır.
Sedirlikler, daha özenli, zengin ve süslü yapılan evlerde, bilhassa harem kısımlarında (birinci katta; tavan üstündeki kat) yapılmışlardır.
GELiN SEDDİ
Bunlar büyük ve süslü evlerin hareminde ve üst kattaki sofada ve ço-ğunlukla iki odanın ortasındaki sedirlikler gibi sofanın tabanında 1 veya 2 basamak yüksekliğinde ve 3,5-4 m. dörtköşeliğinde bir açıklık olup sofaya bakan yüzünde araları parmaklıklı dört ince tahta direk vardır. Ortadaki direklerin aralarından sedde geçilir.
Bu girişin karşısına gelen yüzde «ki sokağa bakar» bir menşurun yarısı gibi üç köşelidir. Şehnişin vardır. Seddin iki yanında 0,30-0,35 cm. yükseklikte yerli ve koltuklu sedirler karşılıklı konulmuştur. Bu gibi yapılmış Gelin Sedlerini kale içi evlerinde dört ve de Muradiye yokuşunda bir evde gördüm.
Burada düğünlere gelince:
Genç kız gelin seddinin özel yerinde oturuyor. Akraba ve yakınlarının başlıcaları genç evli kadınlarla genç kızlar bu törene katılmıyorlar. Kenardaki koltuklu sedirlerde oturuyorlar.
Damat, evin kapısından başlıyarak önünde iki adım aralıkla yürüyen ve ellerinde buhurdan ve gülabdan bulunan iki kadın personel çoğunlukla geline bağlı Arap cariyeler arka sıra gelin seddine geliyor. Seddin sofaya bakan direkleri arasına ipekli bürümcük perdeler asılmış olup, buradan içeriye yine önde cariyeler olduğu halde giriyor.
Gelin karşılayıp kocasının elinden öpüyor, zevc de karşılık olarak gelinin alnından öptükten sonra mutlaka başını değerli 'sorguç' denilen elmaslı bir iğne veya taç ve «bağçe» isimli keza elmaslı büyükçe bir takım takıyor ve başından aşağıya birkaç avuç küçük fındık altınlar serpiyor. Kızın ve hatta kendi yakınlarından olup orada bulunan kadınların ya ellerinden öpüyor veya ellerini göğsünde üst üste koyarak ve başını eğerek selamlıyor vs yalnız gülsuyu şerbeti içip çıkıyor.
Seddin kapısından dışarıya çıktığında seddin girişinde bekleyen buhurdancı cariyelere birer çıkın içinde para veriyor ve sofada birikmiş olan halk «maşallah», «Mübarekbad» diye alkışladıklarında onların üzerine de küçük gümüş paralar serpiyor ve dönüyor.
HAYATLAR
Balkan yarımadasının hemen her tarafında, Hayat adında odaların kapılarının açıldığı uzunca bir sofa vardır ki doğrudan doğruya evin bağçesine bakan yönünde 1,5-2 metrelik yol bir çok direklere dayanır. Üstü evin çatısı ile örtülü bu geniş yolun her şehirde en küçüğünden, en büyük ve gösterişlisine bütün evlerde rastlanır. Son asırlarda, bu sofa çerçevelerinin aralarına küçük camlar takılmış ve 3-4 parçaya ayrılmıştır. 2 veya 3 adet olan ve genişçe aşağıdan yukarıya sürülerek açılan çerçevelerin yarısı veya bütünü kafeslerle örtülmüştür. Evlerin arka yüzlerinde olanların veya bahçe içindeki evlerin hayatları kafesten kurtulmuş iseler de, çoğunlukla çerçeveli ve camlıdır.
Hayatların yüzlerindeki direklerin arasında, çeşitli olarak temeller de yapılarak bezenmiş, tavanlarının süslemelerine önem verilmiştir. Direkler ya doğrudan doğruya düzeltilmiş meşeden veya üzerleri tahta kaplanmak sureti ile ahşap olarak yapılmışlardır.
Bazı orta halli evlerde de taban katında hayat olmadığı halde üzerine ge-len birinci katta hayat yapılmıştır.
SOFALAR ÖNLERİNDEKİ KATLARIN TABANI
Biliyoruz ki evlerde oda kapılarının önlerindeki katların tabanında bulunan büyük, küçük açıklıklara sofa denir. Edirne evlerinde «sofa'ya, arasofa, devir sofası gibi, yerlerine göre çeşitli adlar verilmiştir.
Sofalar, bütün evlerimizde odaların önlerinde kapılarının açıldığı, genişçe yer olup bir özelliği yoktur. Yalnız burada bir merdiven vardır. Ara sofaları ise iki odanın ortasındaki açıklıklara denir. Bu gibi yerlerde çoğunlukla sokağa doğru genellikle üç kişinin oturmasına yeterli bir çıkıntı olur ki buna «Şehnişin» derler.
Cumbaların altlarında, odanın genişliğine göre 3-4 desteğe dayanan bu şehnişinlerin özel biçimde ayakları vardır. Bu gibi ara veya cumba sofaların açıklıklarına son zamanlarda, her tarcıfta, camekanlı ve camlı kapıların takıldığı veyahut da özel olarak böyle yapıldıkları bilinmektedir. Bu gibi şehnişinler yalnız sofalara özgü olmayıp bilhassa kışlık divan odalarında da vardır.
Şehnişine benzer, lakin bir pencere eni kadar olan çıkıntılara cumba denir. Halbuki doğrusu, büyüklere cumba ve ancak bir oda veya bir sofada birkaç kişinin oturmalarına yeterli genişlikte dışarı çıkan kısımlara da şehnişin denilmekte idi.
Sofalar çoğunlukla evlerin bağçe taraflarında, cumbalı veya şehnişinli so-falar ise sokak yanlarındadır.
DOLAPLAR - RAFLAR
Bunların şekilleri, mevkileri hayliden-hayliye çeşitlidir. Şurasını anlatmak isteriz ki, H. XII. asırla ondan öncekilerde yapılan ve araştırılmış bulunan evlerde, yatak konulmak için son yüzyıl evlerinde, konaklarında görülen yüklere rastlanmamıştır. O halde gündüzleri yataklar nerelerde saklanıyordu?
Bu sorumuza bazı Edirne araştırmacılarından alınan karşılık şudur:
Büyüklerin evlerinde özel yatak kerevetleri varmış. Bunlar yatak odalarında zamanımızın karyolaları gibi dururmuş, özel kerevetleri olmayan yataklarda bugün sandık odası denilen odalara konulup akşamları serilirmiş. Birinci çeşidi hakkında odalar konusunda bilgi verilmiştir.
Eski Türk evlerinde dolapsız, rafsız oda yok gibidir. Temin edildiğine göre her odada, bu dolaplara çamaşır ve buna benzer şeyler konulmayıp tatlı, şeker, şerbet, şurup dağıtımına yarar kaplarla, bunların çoğu, tabaklar ve sofralar için bakır kaplar, havlular, örtüler, leğen ve ibrikler ve silahlarla binek hayvanları koşum takımları, (hatta pek değerlileri) gibi şeyler saklanırmış.
Misafir odalarının duvarlarındaki (sıra rafları) denilen ve odanın boyuna uzanan değerli Çin porseleninden kaseler, tabaklar ve sürahiler dizmek, süslemeden sayılırmış.
Paralayıcı ve ateşli silahların duvarlara asılması ayıp sayılacak derecede çirkin bir şeydir. Bunların değerlileri ev sahiplerinin yatak odalarında özenle kilitlenen dolaplarda saklanırmış. Katlı raflarda «hücrelerde» kapaklı ve değerli zarif kaseler, gülaptanlar ve çiçekler konur. Raflarla dolaplar, oda kapılarının durumlarına göre değişiktir. Eğer kapı duvarın arkasına rastlarsa sağ ve solunda raflar ve raflardan sonra da dolaplar vardır.
Nişimen «Mastaba»lar (11) dolapların yanlarındaki duvarlardadır. Eğer kapı duvarın sonuna rastlarsa ortada bir nişimen olmak üzere yanlarında raflar ve daha sonra rafların sağ ve solunda birer dolap bulunur. Evlerde iç oğlanları bulunmasına son verildikten sonra nişimenler raf biçimini almıştır. Misafir kabul edilmeyen süslü odalarla, kışın divan odalarının ortalarında özel bir masa üzerine konulan oturtma saatler de bunların içine konur ve bu cihetle bunlara saatlik de denmiştir.
Bu hücreler sorı asırlarda Rokoko tarzında süslüdür ve bunlar bütünüyle dışarıda yapılıp yerine takılır.
NAMAZ ODALARI
2-2,5 asır önce yapılmış 3 evde ve diğer odaların arasında ( Namaz Odaları) adıyla mihraplı odalara rastlanmıştır. Bunlar basit ve oturmağa yarar bir geniş oda olup, her iki yanında iki dolabı olan tahtadan mihraplıdır ve bunun da sağ ve solunda iki tepe penceresi vardır. Gariptir ki bunların ucunda da oturulabilen yeter sayıda odalar az olduğu halde, onlardan biri namaza, öteki ibadete ayrılmıştı. Bunlar her evde yoktur.
YAZLIK DİVANHANELER
Bunlar büyük evlerin bağçelerinde ayrı bir oda veya salon şeklinde olup ya ileride müstakil bir şekildedir veyahut selamlık kısmına bitişiktir. Fakat, üç cephesi müstakil bir çıkma oda şeklinde, bağçede yapılmış bir çeşit köşktür. Ortaları havuzlu ve fevvareli olursa bunlara havuzlu sofada derler. Birbirine benzeyen iki örnek az görülür.
Anadoluhisarında Direkli Yalı denilen divanhane, bugün bizde kalmış Bo-ğazdaki hemen tek eski örnektir (12).
Bu direkli divanhanelerden Orta Asya Türklerinde ve yeni olarak İran'da da vardır, minyatürlerinden görüyoruz. Bunlar bir nev'i teferrüç ve eğlence binalarıdır. III. Sultan Ahmet zamanında altmıştan fazla Kağıthanenin iki sahi-lini dolduran köşkler böyle dere kenarında Anadolu Hisarındaki gibi ufak ek-leriyle birer salondan ibarettir. Elimizde, bunlardan Kağıthanede muahharen yapılanlara bir örnek olarak çok süslü, basit, çok zarif, kullanışlı hali ile ancak bu misal olabilir.
Edirne'de, buna esas olarak Fatih zamanından kalan Kum Kasrının Divanhanesini en eski olarak gösterebiliriz.
Dr. Rıfat Osman, Yıldırım, Kirişhanede ve kale içinde müteaddit yazlık divanhaneler görmüştür, bunlafüan ancak üçü evden dışarıdadır. Son kale içi yangınında yanan iki tanesi ki biri Köprülüzade Sadr-ı azam Fazıl Ahmet Paşa Konağının selamlık bağçesi içinde çok süslü ve güzel (13) diğeri yine kale içinde eski ismi ile Hacı Doğan Mahallesinde bir tarafı teşkil eden kale duvarı hududu içinde idi.
Bu sonuncusu Rokoko süslü, tavanında ufak bir kubbe, balkon şeklinde bir baş sedirli, bir nevi koltuklarla süslenen divanhane.
Bunların en eskileri Edirne'de Avcı Sultan Mehmet zamanında inşa edilmiştir. İstanbul'da da bu tarihlerde mevcut olanlardan Köprülü Amcasızade Hüseyin Paşanın ki misal ise de bu an'anenin bize, onbeşinci asırda başlayıp kagir olmak üzere onaltıncı asırda tekemmül etmiş ve Mimar Koca Sinan'ın 33 sarayından bir çoğunda görülebileceğine dair, halen kagir olmasından duran, İstanbul'da Bakırköy'ünde Ruh ve Akıl Hastahanesi hizasında, geride Siyavuş Paşanın havuz ortasında ve halen aslı gibi mükemmel onarılan kasrı, şimdilik divanhanelere elimizde en eski olarak yegane kalmış bir asil örneğidir.
Dr. Rıfat Osman, Edirne'de Hacı Doğan mahallesindeki yazlık divanhane planını veriyor (14). Diğerlerinde Amca Hüseyin Paşa Divanhanesinde olduğu gibi havuz etrafında bir de mermerlik vardır. Ortadaki havuzun deniz kısmına «denizlik» Edirne'de «damlalık» derler (15). Zeminden oda yüksekliği 1 metre 35 santimdir.
Her salonda bulunan çubukluklar, dolaplar, koltuklar, kerevetler, etrafı açık olanların direkleri arasında perdelikler, yaz gecelerinde girmemesi için "haşere cibinlikleri", Topkapı Sarayının salonlarındaki gibi personelin ayakta durmalarına mahsus ahşap döşemeli gezinti mahalli ve parmaklığı gibi bütün teferruat vardır.
KIŞLIK DiVANHANELER
Bunlara Divan Odaları da derler. Yazlık divan odaları gibi bir çok misafirin ve gelenlerin birlikte oturmalarına mahsus büyük odalardandır. Bayramlar ve resmi günlerin kutlandığı bir kabul odasıdır. Bunun Edirne ve İstanbul Saraylarında da sayıları ve şekilleri çok değişik olarak pek çok sayıdadır. Yazlık odaların hemen aynısıdır. Bu, kış için daha muhafazalı ve bir nevi ocaklı sofa gibi, davlumbazı, odalardır. Tabanları yüksektir. İki basamak merdivenle çıkılır. Oturulan kerevetler sabittir. Üstlerine konan minder ve yastıklar toplantılarda üzerine serilmek üzere yüklerinde saklıdır. Eğer sık olarak toplanılıyorsa örtüleri vardır. içtima olacağı vakit bu örtüler kaldırılır. Cumbalı yerler de varsa orada mevki sahibi, sahibi riyaset makamında sayılan kişiler bu kısımda oturur. Bu kısımlar genişdir, çok saygı değer iki kişi daha mevki sahibinin yanında diz çökerek oturabilir.
EV HAMAMLARI
Edirne evlerinin çoğunda hamam yapılmıştır. Evliya Çelebi bu konuda der ki:
- «Edirne şehri ayanının şahadeti ile bu şehirde 3.150 adet hanedan hamamları vardır ki nice vükela ve vüzera saraylarında ikişer üçer hamam-ı mahsus bulunur. Ekalli ma yekun en küçük hanede bir gusülhane bulunmak mukadderdir. Hakka ki hakir nicesini bilirim ki ikişer üçer hamamları var.»
Nüfusu en kalabalık zamanlarda dahi 150.0(00)'i geçmeyen Edirne'de genel olarak 43 kadar büyük hamam yapılmıştır. Bu, halkın temizliğine özenini gösterir bir ölçüdür. Hamamsız 5 odalı bir eve rastlanmamıştır.
Evliya Çelebinin gusülhane dediği yerler oldukça genişçe bir yer olup özel ocaklarla hem suları ve hem de yıkanacak yerleri ısıtmaktadır. Gusülhanesiz ev görülmemiştir.
Büyük evlerde yapılan hamamlar özenle süslenmiş, en çok üç kurnalı ve ayrıca bir küçük halveti olanlar görülmüştür.
Genel surette kabul olunan proje şudur:
Hususi ev hamamlarında ocaklı bir soyunma odası «çamaşırlık» olup buradan içli dışlı çift kanatlı bir kapı ile mermerlik denilen bir hamam sokağına girilmektedir. Burada bir ayak yolu ve bir halvet vardır.
Halvette içi 2-1,20 m. çapında ve 85-100 cm. derinliğinde bir tekne bulunur ve bunun ,soğuk ve sıcak su akan muslukları vardır. Sofalar da, ekseriya zarif çeşmelerle yapılmıştır. Buradan sıcak halvete, yani hamama geçilir.
Hamamda bir kaç kurna bulunduğu takdirde bu kurnalardan birinin hepsinden daha süslü olmasına özenilmiştir. Bu ev hamamları içinde (sedirlik) denilen soyunma odaları duvarları zarif ve değerli çinilerle kaplı olan ve kurnası nakışlı ve tezhipli bakırdan yapılmış olanlar da görülmüştür.
Hamamların kubbelerinde alçıdan kabartma örnekler olduğu gibi Beşgün-lerin ve tas camların dizilmelerine de ayrıca önem verilmiştir.
Bu cam tasların bu şekilde yapılmalarında iki neden düşünülebilir:
1- Dolu'lar, vesair dış etkilere karşı dayanıklılığı arttırmak,
2- Nitekim camilerin pencerelerine konan tekerlek camların yüzeyi dalgalıdır. Bir sofadan hamamın çamaşırlığına girilir. Zemini mermer döşeli bu bö-Jümde zarif bir ocak vardır.
Ocağın karşısında yerden 60 cm. yükseklikte kargir set olup bunun üzerinde de odanın uzunluğuna konmuş bir sedir yer alır. Buraya üç mermer basamak ile çıkılır. Sedin önünde merdivenin sağ ve solunda mermerlerden korkuluklar konulmuştur.
Sedirin önündeki mermer döşeli setin bir ucunda her tarafı mermer bir çeşme vardır. Buradan hamamın mermerlerine (soğuk halvet de derler) geçilir. Burada da bir küçük mermer çeşme bulunur. Solunda hela kapısı ve karşı cephede ikinci ara halvetine geçilir, sonra sıcak yıkanma yerine girilir.
Ara halvetinde yine bir küçük mermer çeşme ile mermer tekne vardır. Mermer tekneye iki basamaklı yine küçük mermer merdivenle çıkılır ve içindeki bir basamak merdivene basılarak, teknenin içine girilir. Burada kanadı bulunmayan bir geçitten sıcak halvete varılır. Burada bir güzel çeşme daha görülür. Buradan diğer bir sete çıkılır yine sağ ve solunda mermer korkuluk yer alır. Buna benzer bir ev hamamına Edirne'de rastlanmamıştır.
Edirne'nin hususi ev hamamlarında yalnız birinin sıcak halveti ortasındaki fevvarelerinden soğuk su akan bir tanesi görülmüştür. 1321 (1903) kale içi yangının başlangıcında, bu yangının ikinci kurbanı olan Topkapı hamamı yakın-larında dört odalı bir evin içindeydi. Bu evin sahibi bütün ayrıntıları ile burayı korumakta ve bir oda gibi düzelterek kullanmakta idi.
Bu hamam, bu dört odalı evin olmayıp her halde parçaları bölünmüş geniş bir evin parçasıdır.
ABDESTHANELER
Hela, ayakyolu, tuvalet.
Eski Türk evlerinde abdesthane denilen yerlerin büyüklükleri nisbetinde zamanımızda pek az oda bulunur. Bunlar isimlerinin bildirdiği üzere abdest alınan yerlerdir. Bu gün 1,20 X 2,50 genişliğinde olan hususi tuvalet yerleri bu odaların bir köşesinde idi. Bunlara da hela denir.
H. X. asır ortalarına doğru Edirne'de yapılmış büyük bir evin abdesthane-sinde hela yeri çok küçüktü. Edirne'de girebildiğimiz eski evlerden yapılış ta-rihlerini öğrendiğimiz evlerin helalarında 970 (1562) tarihine kadar mermerden oluklu taşlar yoktu.
47 helanın 1,15X2,25 m.lik kısmı kalın kurşunlu levha ile kaplıdır. Bu-nun ortasında ucu kapıya uzun tam üçgen bir delik bırakılmıştır. Tabanı 0,35, deliği 0,62 sm.dir. Bunun içinde de ehrama benzer ve künke uyan bir çukur ve deliği vardır.
Bu üçgenin genişliğine bakılırsa temizlemede kullanılan sular bu çukura akar, bu kısmın arkasında bir kurşun kaplı bir set vardır ki buna ibriklik veya terke denilir. Diğer kısımlar tahta döşelidir. Musluk, su deposu yoktur. Abdest sularının helalara akrnamalarına çok dikkat edilmiştir.
MATBAHLAR - AŞHANELER
Matbahlar, kullanışlı ve tertipli olarak yapılmış, büyük evlerde eve ya bir aralık ile veya doğrudan doğruya bitişik olarak evden dışarıda bir bölümde yapılmıştır. Selamlık kısmında, personel v.s. çok olduğu konaklarda, haremlik ve selamlıkta ayrı ayrı matbahlar vardır.
Ev dışında matbah yapımı orta halli ve daha fakirce yapılmış evlerde bile rastlanır. Büyük olan matbahlar cephelerinin şarka bakmasına ve bu cephelerin de sık ve geniş bulunmasına dikkat edilmiştir. Çoğunda geniş, mermer tekneli çeşmeler vardır.
Matbahlarda, yağmur suyu ile doldurulmak üzere, Dimetoka, Lüleburgaz yapısı olan gömülü dört-beş küp vardır. Bunların (20-25) gaz tenekesi su alabilecek şekilde, büyükleri seçilir. Edirnede su sarnıçlarına değer verilmedi-ğinden yapımı az görülür.
Matbahların ocakları büyük kemerli, geniş, yüksek ve tuğla örme bacalıdır. Bacalar ince pişmiş tuğlalarla ve çoğu da kiremitle örülmüşlerdir ve içleri kireçli ve kumlu harç ile sıvanmıştır ve 70-80 santim aralıkla bacanın kutruna müsavi bir tulde ve düz durumda demir çubuklarla bağlahmıştır.
Kiremitle örülen bacaiar, fırtınaların sert rüzgarlarına ve bir depremin sarsıntılarına daha çok dayandığından böyle bacaların yapımma sıkca raslanır.
Büyük kemerli eskı ocaklar matbah tabanından bir basamak, 0,20-0,25 santim yüksektedir. Bu sekildeki ocaklardan, Edirne'de tabandan 0,55-0,60-0.80 yükseklikte olanları çoktur. Birinci şekilde çömelerek çalışmak yorucudur. Edirnedekilerde oturarak veya ayakta durarak çalışma kolaylığı vardır.
Bu ocakların büyük kemerleri altında ve hemen daima solunda çerçeveleri ateşe dayanır beyaz bir taştan O, 15-0,20 derinlikte dört köşe çukurlu mangal kömürü ocakları bulunur. İstanbul'da bunlara maltız denir. Altlarındaki demir çubuklardan küller aşağıya dökülür. Edirne'deki maltızlarda küller, deliği açılıp kapanan sürgülü bir yere dolar.
Bunlara eskiden Polonez ocağı denilmiş. Herhalde daha kullanışlı ve idareli olduğu için.
Matbahlar da, her gün ve her yemekte kullanılan kapları eğri durduran raflara dizilir.
Matbahların tabanı 3 santim kalınlığında ve 0,35-0,40 santim kutrundadır. Köşeleri tuğlalarla döşenir. Mermerle, kaygan denen koyu kurşuni levhalarla döşelileri de vardır.
Bir kaç asırlık evlerde bulaşık yıkamağa mahsus geniş mermer tekneler, sebze vesaireyi hazırlamak için bir masa yüksekliğinde üzerleri mermer, tahta örtülü özel yerlerde görülmüştür. Maamafih bir çok evlerde bu işler, matbahın, çeşme teknesinin önünde ve yerde yapılırdı. Bu usule uygun ve sıhhi değildir deriz.
KİLERLER
Ocaklı yemek odalarında bildirdiğimiz (Kiler) den başka zengin ve orta hallilerin evlerinde nıatbahlara bitişik veya ya kininde bir diğer (Kiler) vardır. Buna (Büyük Kiler) denirse uygundur. Çünkü bir ev içinde harcanacak bütün zahire, bakkaliye ve diğer özel anbarlar, kaplar içinde fazlaca bu kilerlerde toplanmış ve korunma altına alınmıştır. Bunun özelliği olan tarafı yoktur. Tabanları matbahlar gibi ve pencereleri de (Tepe Camı) gibi yüksekçe yapılmıştır.
ÇAMAŞIRLIKLAR
Büyük evlerin hepsinde bulunan çamaşırlıklar yerden bir basamak yükseklikte eski biçimde kemerli bir ocağı ve koca musluklu çeşmesi olan özel bir yerdir. Ocak içinde kalınca beyaz taştan yapılmış yerli ayaklara oturtulmuş büyük bakır kazanlar vardır. Bunlar yerlerinden onarıma veya kalaycıya verilirken kaldırılır.
Çamaşırlar, üzerlerinde özel delikli taşlar olan örme setler üstünde ve bakır leğenler içinde yıkanır. Çamaşırlıklarda bir buçuk metreye yakın uzunlukta ve altmış santim genişliğinde ve bir karış derinliğinde olan mermer teknelerle, üzerlerinde duvara tutturulmuş birkaç demir veya tahta kollara takılmış kalınca ve yuvarlak sırıklar vardır. Bunlar yıkandıkta, uzun uzadıya elde sıkılmağa dayanamıyarak yaralanacak ince kumaşlardan yapılı çamaşırlara ait olup mezkür parçalar avuç içinde suları biraz akıtıldıktan sonra yavaşça sularının süzülmesi için bu sırıkların üzerine konurmuş.
EV ÇEŞMELERİ
«Edirne'nin büyük, küçük en eski evlerinden itibaren kuyusuz, çeşmesiz ev görülmemiştir (16). Şehrin Çeşmelerinden bahseden kısmımızda tarif olunduğu vech üzere Bizanslılar bütün kasaba ve şehirlerde nehir ve dere sularını kullanmışlardır. Hatta istanbul'un, Bizanslılar tarafından yapılan su teşkilatına bakılacak olursa ne derecelerde sıhhate aykırı olduğu görülür.
Türkler ise Bizanslılardan aldıkları şehirlerde herşeyden önce tatlı su kaynakları aramışlar ve bunların sularını, o asırların inşaat malzemesine nazaran en itimada şayan metin künk borularla şehirlere getirerek tıbbın ve hijyenin zamanımızda makbulü olan gayrıkabili hulul su hazinelerine ve ba'dehu «Her adım başında bir ... vasfına seza mebzil çeşmelere akıtmışlardır.
Servetleri müsait olanlar bu sulardan istedikleri kadar resmî senetlerle satın alarak (son asırlara kadar vakıflardan alınmış ve belediyeler kuruluşundan sonra bu hak belediyel re devredilmiştir) evlerin hazinelerine getirilmiş-lerdir ve müteakiben zemin katına münhasır olmak üzere müteahhit çeşmeler, havuzlar, hamamlar selsebillere akıtmışlardır.
Şehirlerin münasip yerlerinde bünyeleri sert ve düzgün taşlardan ve tekne, ayna taşları gibi, teferruatı mermerden yapılmış zarif çeşmeler yapıldığı gibi, evlerin de bağçelerinde, taşlıklarında ve yazlık divanhanelerinde ve hatta yatak odalar,ında bilcümle kısımları mermerden olan zengin ve kabartma na-kışlarla süslü küçük çeşme ve selsebiller yapılmıştır.
Edirne'nin büyük konaklarında ve evlerinde, saraylardakini bu bahse almıyarak ve hatta küçük ve fakir hanelerin bile bu çeşitlerine rastlarız. Edirne evlerinin hususiyetlerinden biri de bu çeşmelerdir. Su şırıltısı bulunmayan ev yok gibidir. Bu «peygamberimiz su şırıltısını severdi» diye dini ve içtimai an'ane hükmüne geçmiştir.
Edirne evlerindeki bu tarihli ve tarihsiz çeşmeler vaktiyle toplanabilseydi iyi olurdu. Bu gün dahi araştırılsa bir ayrı eser olabilecek nitelikte olanları vardır.
HAVUZLAR - SELSEBİLLER
Edirne'nin eski evlerinde, saray denilen büyük ve geniş ev ve konaklarında ve hatta küçük dört odalı evlerde bile müteaddid havuzlar yapılmıştır. Sahiplerinin mali güçlerine göre, çeşitli ve süslüleri dikkat nazarına çarpar. Romalılar ve Bizanslılar zamanında halk Edirne'de nehir sularını kullanır. Türkler çok uzaklardan mühim ve itinalı tesislerle tatlı su getirtmiştir. Türkler temizliğe düşkündür. Suların neş'e bahşeden akışını ve de temiz su içmesini severler. Hem havuzlar, Edirne"nin yaz aylarında kuraklığı gidermeğe de yarar. Hele bunlara ne güzel fevvareler ve selsebiller vücuda getirmişlerdir. Havuzlar bina dahilinde ekseriye dörtköşe, bağçelerde yuvarlak ve nadiren bazen ev içi havuzlarının sadeliğinde bir asalet vardır. Selsebil, müslüman Türklerce cennet çeşmelerinden birinin ismidir. Bunlar özellikle yazlık oturma odaları ile bilhassa yatılan odalarda duvara konmuştur. Mermerden yapılma, derince tekneli bir çeşmedir. Her tarafı bilhassa ayna taşı denilen· sathı kabartma süslüdür. Su kademeli küçük çukurlara atlıyarak, büyük tekneye ve oradan da yalağa akar. Kaskada çok benzer.
Şadırvan da bir nevi çeşmedir. Evlerde, cami ve mescitlerdeki müteaddit muslukludur.
Havuzun ortasındaki fevvareye Edirne'de FIŞKIRTAK veya FIŞKIRIK da denir. Bunların lahana yapraklarından şemsiye gibi olanına kadar çeşitleri görülmüştür. Havuzlar melhuz kazaları önlemek maksadıyla derin değildir.
Bütün bu sulu tesisler için herkes serveti nisbetinde resmi senetlerle evinin deposuna aldığı suları saklıyarak kullanır ve oradan havuza, çeşmelere, selsebillere akıtır. Evlerde de böyle, şehirde de, her tarafta hemen adım başında çeşmeler yapılmıştır. Edirne'nin, büyükküçük en eski evlerinde kuyusuz ve çeşmesiz olanı görülmemiştir.
EDİRNE YALILARI
Edirnemizin en tabii güzelliklerinden biri, çok sulak, mümbit olmasından dolayı büyük faydaları dokunan Meriç, Tunca ve Arda nehirlerinin bir arada bulunmasıdır.
Zamanımızda bu dereler ve nehirlerin kıymeti bilinmiştir. Bilhassa Saray-ı Cedidi Amireden geçen kısımları rıhtımlarla imar edilmiştir. Terazi ve Adalet Kasrı denen birincisi, Saray'a gelen suların terazilerinin bulunmasına, ikincisi de Saraya verilen istidaların kabul yeri odalarının bulunduğu Sultan Süleyman ve Fatih Sultan Köprüleri yanında yer alan iki kuleli taş rıhtımlarıdır. Bu mevkii dolayısıyla Sarayı süsledikleri gibi, bilhassa Adalet Kasrı önünde Fatih Köprüsü ve civarının altı mermerlerle kaplanmıştır. Kısım-kısım yerleri görülebilmektedir. Yine Bülbül Adasını ihatadan sonra, Harem tarafına isabet eden kısımda, Değirmen Kasrı da dere üzerinde yer almıştır.
Edirne nehirlerindeki Yalılardan, bizde ilk bahseden Evliya Çelebidir. Ondan faydalanan diğer Edirne müverrihleri de bunlara temas etmişlerdir." Fakat en çok bu konu ile meşgul olan hayatının en verimli 25 yılını Edirne de geçiren Dr. Rıfat Osman Bey'dir.
Bunların bulunabileceği yerleri tespit etmiş ve kısmen ayakta kalmış olan bazı temel parçalarını bulmuştur. Resimlerini de, Edirne, Saray ve Konakları ile büyükçe evlerin de Edirneli nakkaşların müşahedelerine dayanarak yaptıkları fresk resimlerinden faydalanarak, bizzat kendisi tarama usulü ile yapmıştır ki ikisini bu yazımıza aimış bulunuyoruz. Bunlar dere kenarlarında itinalı taş rıhtımlar üzerine, taşlıkları ile, önde çok defa arka bağçelerde yer alan fıskıyeli havuzlar, ağaçlar ve çiçekler ile süslenerek yapılmış XVIII. asırda Edirne Evlerinde, ahşap yapıların en olgun ve mükemmel olanları Türk zevkiyle vücu-da getirilmiştir.
Bunlardan bu gün bir tane bile yoktur, yerlerini bile tayin güçtür. Dr. Rıfat Osman Üstadımız bunlar hakkında, defterleri içinde. öğrendiği ve bulduğu her şeyi toplamıştır. Edirne tarihi hakkında yazdıklarının müsveddeleri içinde bulduklarımızı sıralıyoruz:
Edirne'nin en kalabalık ve mamur olduğu devirler devlet mülki ve askeri ve saray erkanı, nehrin kenarlarında «sahilsera» denilen ve İstanbul Yalılarına mukabil sayfiyeler kurmuşlardır.
Bunlar kısmen Tunca ve Meriç Sahillerindedir. Rıhtımlarında yine tez-hipli ve nakışlı zevraklar, bir nevi altı düz kayıklar durur. Akşamları ve mehtaplı gecelerde, sırmalı örtülerinin saçakları suları dalgalandırarak dolaşırlardı. Meriç'te «Zevrek kuşu» denilen kayık yarışları vardır.
Edirne Sahilsarayları: (Temellerini Dr. Rıfat Osman görmüştür).
- Değirmen Kasrı: Sarayın bağçesinde,
- Avcı Sultan Mehmet: Meriç Nehri kenarında, Sahilsarayı.
- Ekmekçizade Ahmet Paşa : Kasımpaşa Camii Civarında.
- Mihalbeyzadeler S. : Bülbül Adasında.
- Makbul İbrahim Paşa : Bülbül Adasında.
- Rüstem Paşa S. : Bülbül Adasında.
- Köprülü Paşa S. : Kırkkavak bağçeleri kenarında, Meriç sahilinde.
- Kırkayak Sinan Paşa. : Saraçhanebaşı köprüsü civarında.
- Hoca Vani Efendi, S. : Eski Köprü civarında.
- Kara Mustafa Paşa S. : Kirişhanede Yıldızlı Cami civarında
- Timurtaş Kasrı S. : Edirne Saray-ı Cedid-i Amiresine ait Tunca kenarında ecnebi misafirlere mahsus.
Edirne'nin bu sahilsarayları ,Dolaplı Bağçe ve çiftlik eğlence alemleri çok şöhret aldıklarından, İstanbul'da oturan bazı zenginler ve devlet büyükleri yaz mevsimlerinde buralara gelerek tedarik ettikleri bağçe ve çiftlikle-rinde 3-4 ay yaşarlarmış.
Divanhaneleri «Selamlık Dairesi» havuzları ve zamanının her konforunu içine alan Süle oğlu çiftliği gibi mamurelerin harabelerini keza üstadımız Dr. Rıfat Osman görmüştür bunlar notları arasında gizlenmiştir.
VEZİR KONAĞI
Edirne'de Kale içinde «Fenerbakkal» denen yerde üst katın düz kesiti. Mikyas: 2,5 mm.si, bir metredir.
1829 da Rusların birinci istilalarından sonra Edirne'de bazı mahallelerin isimleri değiştirilerek eski ismi «Köhnekadın ve Hacı Bedreddin» olan iki mahalleye Aya Nikola denmiştir.
Bu konak burada bulunuyordu.
1331 (1915) de büyük yangın bu konaktan çıktı. Konağın üst katında köşedeki oda ile sütnine odası yanındaki diğer oda tavanları altın süslemeli ve tavan kornişleri kufi yazı ile bezenmişti.
Bodrum sayılmazsa konak iki katlı idi. Hamamı Bodrum katında bulunuyordu.
EDİRNE BAĞÇELERİ VE MESİRELERİ
«Edirne'de meyva ve sebze yetiştirilen bağçelere İstanbul"da (Bostan) denildiği halde Edirne'de (Dolaplı Bağçe) denmiştir.
Avcı Sultan Mehmet tarafından yazdırılan bir emrin de şahadet ettiği üzere çiçek ve meyva zer'iyatına ehemmiyet verildiği devirlerde yazılan (Enisül müsamirin )de Hibri Abdurrahman Çelebi bu bağçeler hakkında şu bilgiyi veriyor:
Edirne'nin cemi bağçeleri bu enharı selasenin civarındadır ki cümlesi 450 adettir. Kethüdayı Bagıban defterinde kayıtlıdır.
Eğerçi bu sular bağçelerin etrafında Bülendü bala ağaçfar sayesinde hoş akarlar amma bağçeler bunlardan bir içim su faydalanamaz. Ancak kendi do-laplarının gözyaşı ile geçinirler.
Bu nehirlerin Evahiri faslu Zemistanda ol mertebe ifratla tuğyan olur ki kenarlarında vaki' mahallerin her darı sahibinin başına dar olup belki nicesi harap ve aludei turab olur».
Zamanının her türlü vasıtalarından faydalanılarak mebzul çiçekli tarhlarla, çağlayanlı havuzlar ve vaz'ı kasırlarla tanzim edilmiş bağçeler, çömlek Akpınar bağçesiyle Edirne Sarayında Avcı Mehmet'in inşa ettirdiği Dolmabağçeye mutena günlerde halkın duhulleri serbest.
İskender köyünün garbında ve Bayezit Camii karşısında Tunca Adası üzerinde Saraylı Bağçesi veya Hanım Bağçesi ve Tunca nehrinin adalarından biri olan Mihal Gazi Camii mihrabı cenubunda Şamizade Bağçesi
Parlak Oğlu ve Menzilci Oğlu Bağçeleri
Demirtaş sahillerinde Civan Perçem Bağçesi
Bosna köyü karşısında Tunca sahillerinde Bülbüllü Bağçe ( 10-11-12 asırlarda)
Edirne'nin maruf teferrüç ve tenezzüh yerleridir.
Bu bağçelerin ahval ve efsafı bilinmiyor. Yalnız Saraylı Bağçesinde çi-çekli tarhlar (Bu bağçe kadınlara mahsus olduğundan) kasrının camlı divanhanesi, sedirleri, her tarafı sedef kaplı nakış ve tezhip tavanlı, havuzu etrafında mermerden dizili kuşlar ve bunların fevvarelerinden gelen sesler. Zemin mermer örtülü, divanları nefis kumaşlı.
Avcı Sultan Mehmet Validesi, Turhan Valide Sultan H. 1072 tarihinde Edirne'de Saray-ı Cedid harem kısmında Tunca'ya civar bir kasır inşa ettirerek oğluna hediye eder. Avcı bunun etrafında meyilli araziyi doldurtur. Dol-mabağçe ismi verilir. Güzel tarh ve tanzim edilir ve bu bağçenin ortasına 38X56 m. ebadında bir lak ile kenarına Sadabat denilen bir kasır yapılır. Bu bağçe Edirne bağçelerinin en mükemmelidir.
Hoş Elhan Hatun Edirne'de ikameti esnasında 11. Selim'e intisab etmiş Edirneli bir kadın çehresi ve sedası meşhur (1030) Edirne'de mukim iken Bayezid Camii karşısında bağçesini Lehistan seferi münasebetiyle Edirne'ye gelen 11. Osman'a takdim etmiştir.
Saraçhane köprüsü altından geçen Tunca köprüsü müstakim hat halinde 300 metre seyrettikten sonra şehir tarafındaki sahillerinden Köprülü Meh-met Paşa'ya ait zarif bir kasır ile (Vezir Bağçesi) denen çam ağaçları ile sayedar bir de bağçe vardı. 1717'de Edirne'ye gelen İngiliz sefirinin haremi Madam Montegu'nun yazdığı meşhur 9. mektubunda bahsettiği kasır bu olacaktır. Bu esnada III. Sultan Ahmet Edirne'de idi.
Demirtaş civarında ve bugünkü yeni köprüden aşağı Bosna köyüne doğru devam eden Meriç sahillerinde Edirne Ağniyasının hem sayfiye gibi kullandıkları ve hem de bahçıvanlara kiraladıkları müteaddit dolaplı bağçeler vardı. Tavsife seza ümran eserleridir.
Yazları buralara gitmek adettir. Burada hem ipek kozası tutulur, meyveler kurutulur, murabbalar, reçeller, şuruplar hususi tavalarda hazırlanır. Ziraat ile meşgul olanlar çiftliklere de giderek muhkem binalarında otururlar.
Süleyman Paşa Mezraası (şahsiyeti tayin edilememiştir) bu çayırlığın bir kısmına 1243'de II. Sultan Mahmud'a, Adli bir kışla yaptırmıştır. 1282 ve 1293 senelerinde bazı kısımları yanmıştır, bu cihetle yanık kışla diye anılır.
Harbi umumide bu kışlada fırka kumandanlığında bulunan İbrahim Nureddin Paşa teşebbüsü ile camii tamir olunmuş ve kışlaya da (Mahmudiye) kışlası denmiştir.
Mezkur mezraanın diğer kısmına da -ki tepe bağları diye meşhurdur - 1306'da da Müşir Veysel Paşa zamanında askeri hastahane inşa olunmuştur.
Demirtaş Mesiresi:
H. XI. asırda Edirne'nin maruf ve muteber mesirelerinden. Esasen I. Ahmet menbaa civar bir kasır, keza IV. Avcı Sultan Mehmet de Meriç sahilinde gayet güzel bir kasır inşa ettirmiştir.
Avcı Sultan Mehmet çiçekleri sevmekle ve onların resimlerini de yaptırmakla kalmıyarak bu hususta halkı da teşvik ederek Sarayın Has Bağçesi içinde iki defa çiçek sergisi yaptırmış ve ahaliden güzel çiçekler yetiştirenlere ve saksıları ile kıymettar çiçeklerini meşhere getirenlere Avcı mükafat olarak çiçek soğanları, tohumları, fideleri tevzi etmiştir. (Aşık Ali Ağa Risalesi)
Nev'i Zade Atai:
Temürtaş mesiresi gazeli
Edirne'nin mesireleri, bağçeleri, güllükleri, sonsuz sebze bağçeleri hakkında mesela Evliya Çelebi'nin verdiği bilgiler okununca şairlerimizin bu güzel şehri methetmek hususunda neden bu kadar gayret gösterdikleri pek iyi anlaşılır. Hamsei Atai sahibi Nevizade Atai'nin Timurtaş mesiresi hakkında bir kaside yazmıştır ki bu 2 beyit oradan alınmıştır.
Bezmi dârül ünsü Kudsun anlamazdan hâletin
Edirne şehrinde yarânı safayı görmesek
Ba husus ol şehri nüzhetgehde bî manend olan
Kasrı hâlet bahşü âbı canfezayı görmesek
(Fuad Köprülüden)
EDiRNE EV LEVHALARI
Sevgili Doktorumuz Rıfat Osman, Edirne ev ve konaklarından bulabilip görebildiklerini resimli olarak devşirirken bittabi mevcut olduğu nisbette toplamağı ihmal etmemiştir. Bunlar hakkında, Türklerin, müslümanca Allahın sigorta belgesidir, diyenler de bulunmuştur. İstanbul'da da bunun eskiden çok sayıda çeşitleri vardı. Bunlar daha ziyade, evin sokak cephesinde, ortada yağmurdan bozulmasın diye çerçeveli olarak saçak altına asılmıştı.
Edirne'dekilerin başka hususiyetleri vardır. Bunlar yazılmakla anlaşılmaz. Buraya koyduğumuz örnekler birer misaldir. Rıfat Osman merhum da bu tevekkül işaretlerinin, biri müstesna, yerlerini tesbit etmemiştir. Hem etse bile, benim en son birkaçına rastladığım evlerde de hiç birisini göremedim. Binaenaleyh yerlerinin işaret edilmemesinde bugün için bir sakınca yoktur. Bunlardan biri «Ya Hafız 1206 (1791)» yazısını ihtiva ediyor.
Diğeri de Hazinedar Sinan Bey mahallesinde bir evde görülmüş. 1221 (1806) tarihli çifte «Maşaallahu kan» istifidir. Edirne'de görülenlerin en güzellerinden sayılmağa değer. Doktorumuz bunun hakkında çizginin altında şu açıklamayı yapıyor.
-Bazı ecnebilerin sigorta işareti zannettikleri rivayet edilen ve eskiden beri evlerin cephelerinde saçak altında ve ekseriya köşelere yazılan levhalardan olup bir insan çehresinin esas hatlarını göstermek için içiçe yazılan «Maşaallahu kan» levhası. Bu ev 3 mayıs 1927'de yıktırılmıştır. Bu suretle 124 sene payidar olmuş bulunuyor. Diğer biri, yeri işacet edilmemiştir, lakin 1280 hicri (1863) senesi (altına yazılmıştır) (Maşaallahu Teala) istifi şark-kari barok çerçeve içinde okunuyor.
(1)Tarihçi Ahmet Refik'in tercüme ettiği nüshadan. Tarihi Osmani Encümeni Mecmuası. Sene 1329 (1913).
(2)Bugünkü yeni köprünün başındaki karakolhanenin kısmen kuzeyinde ( Demirtaş Kasrı) ecnebi misafirlerin ikametine mahslls idiler. (R.O.)
(3)Havuzlu sofa veya Divanhane denilen kısımlar hakkında yerinde bilgi verilmiştir. (R.O.)
(4)Madam Montague'nin burada tarif ettiğı hane o tarihte Sadr'azam Kayserili Mehmet Paşa zamanında kethüdası bulur.an Çağalazade Kahyası Mehmet Ağaya aittir. ( R.O.)
(5) Madam bu hükmünde isabet etmemiştir sanırım. Filhakika Türk Evlerinin içle-rindeki mimari süslemeler dıştan hissolunmaz. Bu halk mimarisinin hususi vasfıdır. Fa-kat Madam'ın ikamet ettiği kasır ile haricen sevimli bir Türk sayfiyesi idi ki Türkler (Villa) tarzı demektedirler. Madam Tunca kenarındaki Fatih Sarayı dairelerini görmüş olsaydı, çok zarif ve sevimli kasırlar, laklar. mescereler içinde saklanmış, küçük köşkler görecek idi.
Resimlerini koyduğumuz muhtelif asırlara ait evlerin ise ahşap olmaktan ve Avrupa binaları gibi heykellerle, yarım kabartmalarla süsl.emiş olmamalarından gayrı, Mada-mın alıştığı tarza nazaran kusurları yoktur. Sen zamanlarda yapıla lstanbul Saraylarının bile içlerindeki süsleme ile cephelerindeki sadelik, mimarimizin mesken kısmındaki özel-liğine haiz bir üsl0ptur. ( R.O.)
(6) Edirne'nin meşhur ve pek sevilen Belediye Reisi rahmetli Dilaver Bey bu bileziği yapan ustanın (Baltacı) lâkâbıdır, der. Bu imzayı diğer bir kaç eserde de gördüğünü söylermiş.
(7) Buna halkımız Arnavut Kaldırımı der. Bu adın verilmesi bunlar tarafından yaptırılması veya onarılmasından ileri gelir.
(8) Edirne'ye ait tarihi araştırmalar yapan Dr. Torna, evler.inin bu gibi ayrıntılarına dair kullanılan türkçe terimleri toplamış. Bunlardan biri (Niyazlık) öbürü (Hoşâmedi) oda-sıdır. Bunlardan birincinin «nazlık» ikincinin «hoşahmet» yerine bozulduklarını da öğrenmişti. Bu niyazlık konusu tarihine ait bir bilgi mezkûr Doktordan derlenmiştir.
(9) Raht terimi mimarimizde genel bir addır. Edirne'de bunlara (basak aynası) denilir. (R.O.)
(10) Nişime, Mastaba da derler. Dr. Rıfat Osman notuna göre: (Büyük camilerde cümle kapılarının sağ ve solunda yarı daire şeklinde elli santim derinliğinde bir çukurluk (Bir büyük hücre) vardır. Camide bir hükümdar bulunduğu takdirde muhafız zabit bun-ların içinde karşılıklı oturur. Bu nişimenler sarayların teşrifata dahil kapılarında da vardır. Vezirler ve büyükler konaklarında (iç oğlanların başı) olan bir çavuş oda dolapları yanındaki nişimenin önünde ilişerek dururlar veya ayakta beklerler. Ev sahibi (Dinlen) deyince dışarı çıkarak oda kapısını kapar ve kapı yanında asılı çökeni, kapının ortasına gel-mek üzere asar ki oraya girilmez demektir. Lakin orada durur bekler.
(11) Büyük camilerde cümle kapılarının sağ ve solunda yarı yuvarlak O,15 cm. derinlikte bir çukurluk vardır. Bir hükümdar geleceğinde yanında bulunan zabitler burada oturur. Aynı şey şark saraylarında vezir ve zenginlerin evlerinde de vardır. Personelden uygun olanları ya oturur veya merasim esnasında ayakta dururlar. İsim verilince otururlar. Oda kapısı kapanıp kapı yanında asılı duran (çöğen) kapının ortasına gelmek üzere asılırsa içeri girilemiyeceğine işarettir.
(12) Dr. A. Süheyl Milli Mecmua No. 76, 1926 (Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı) ayrıca Dr. Süheyl Ünver broşürü.
(13) Rıfat Osman, Milli Mecmua No. 76 1926, bu divanhanenin resmi ve tarifi vardır.
(14) Bakınız: Ankara'da Türk Tarih Kurumunun Dr. Rıfat Osman Arşivi notlarına.
(15) Bu tabir Celal Esad Arseven'in «Istilahat-ı Mimariye - 1942» eserinde görülmüştür. Edirne bu kısma «damlalık» der ki doğrudur. Su ancak bu kısma kadar sıçrar ve su ancak buradaki deliklerden akar.
(16) Bu kısım Dr. Rıfat Osman notlarından aynen alınmıştır.
RESİM ALTLARI
1- Lady Montagu Edirne kadın kıyafeti ile.
2- Lady Montagu'nun Edirne'de bir sene kaldığı sarayın Misafir Dairesi Tunca kenarında Temurtaş Sahil Serası.
3- Edirne'de İstanbul yolunda Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Konağı semti (Erkek Lisesi yeri. 1830'da Zografos levhasından Dr. Rıfat Osman tablosu)
4- Edirne'de bugün bulunmayan bir harabe ( Dr. Rıfat Osman).
5- Edirne Kale Kapılarından biri (Dr. Rıfat Osman).
6- Edirne Kalesi burçları arasında XIX. asır evlerinden (Dr. Rıfat Osman).
7- 1098 (1686) tarihli Belediye Hastahanesi civarında Hacı Paşa evi. 1910 da yıkılmıştır. (Dr. Rıfat Osman).
8- Kasım paşa Cami ine yakın Tunca sahilinde bir yalı ( 1830'da Zografos levhasından Dr. Rıfat Osman).
9- Edirne yeni sarayında Kum Kasrı büyük odası.
10- Kum Kasrı odalarını ısıtan ocak, kapalı gözlü kümbet sırt sırta kesiti.
11- Edirne Sarayı ve şehrin muhafızı Bostancıbaşı Kasrı. Sultan Mahmud zamanında ilk Rus istilası sulh müzakeresi burada oldu.
12- Kab içinde Hacı Bedreddin Mahallesinde bir konak girişinde nıyazlık medresesi ve binek taşı (Dr. Rıfat Osman).
13- Kale içinde Vezir Konağı havuzlu yazlık sofa kesiti (Dr. Rıfat Osman).
14- Vezir Konağından yazın kapatılan davlumbazlı ocak, hücreler ve yükler (Dr. Rıfat Osman).
15- Bayezit Külliyesi ile Yıldırım semti arasındaki yıkılan bir evin büyük odası, hücre içi.
16- Edirne'de Arifağa Mahallesinde havuzlu oda 1878 Edirne tahliyesi burada görüşülmüştür.
17- Edirne'de en çok görülen oda ocakları davlumbazlarından biri ( Dr. R. O.)
18- Yıldırım geniş vakıf mahallesinde 1835'de Saraç Hacı Alaeddin evinde ocak ve her iki tarafında hücreler ve kapalı çubukluklar (Dr. R. O.)
19- Beylerbeyinde 1249 (1833) da yapılmış ve 1928'de yıkılmış evin ocaklarından biri (Dr. Rıfat Osman).
20- 1231 (1815) de kale içinde Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa Konağında yatak odasında ocağın kesiti 1120-1164 (1708-1750) arasında (Dr. Rıfat Osman 1911).
21- Mehmed Ağa Mahallesinde bir oda ocağı ve (5-nefesliği) kesiti (Dr. Rıfat Osman 1909).
22- Edirne'ye yakın Maraş Köyünde bir ocak kesiti (Dr. R. O. 1911).
23- Edirne civarında Osma_nlı'da bir ocak (Dr. Rıfat Osman 1910).
24- İki asır önce yapılan ocaktan birisi, yan ve cephe kesiti (Dr. R. O.) br>
25/A - Dolaplı bağçede bir köşk kesiti ve planı (Dr. Rıfat Osman).
25/B - Dolaplı bağçede bir köşk kesiti ve planı (Dr. Rıfat Osman).
26- Vezir Konağında havuzlu sofada kapı kanatları nakışlarından vazolu buket (Dr. Rıfat Osman).
27- Vezir Konağında yazlık havuzlu sofa ( Dr. Rıfat Osman).
28- Kirişhane'de 1223 (1808) tarihli bir evin havuzlu bağçe avlusu (Dr. Rıfat Osman 1920).
29- Bayezit İmareti ile Yıldırım semti arasında bir evin harap durumundan (1960 Dr. A. S. Ünver).
30- Kırlangıç Yokuşunda 1165 (1751) tarihli bir evin 1203 (1788) tamiri hali. 1918'de yıkılmıştır. (Dr. R. Osman'dan Dr. S. Ünver 1923).
31- Hazinedar Sinan Bey mahalle ve mescidinden bir manzara.
32- Edirne civarında (XVIII. asır sonu) değirmenli ev. Bulgarlar 1913 de söküp götürmüşlerdir (Dr. Rıfat Osman'dan Dr. S. Ünver 1923).
33- Karabulut mahallesinden bir ev. (Halen yok)
34- Bir ocak bacası ( Dr. Rıfat Osman 1923).
35- Müftü Ali Zahid Efendi evi 1092 (1681) ve 1254 (1838) tarihli ev. Kale içinde 1321 (1905) de yanmıştır. (Dr. Rıfat Osman).
36- Bir eski ev (Maşallah levhalı) (Dr. Rıfat Osman 1928).
37- Edirne'de halen mevcut olmayan Muradiye ve Selimiye arasındaki sokakta evler ve mescit ( Dr. Rınıt Osman 1927).
38- Kurt Mustafa Bey Konağı ( 1927'de yıkılmıştır, Dr. Rıfat Osman).
39- Üsküfçü mahallesinde bir ev cumbası ( Dr. Rıfat Osman 1926).
40- Muradiye Küçükpazar Caddesinde alt tarafı pek harap ve oturulmayan müze memuru Necmi Beye ait bir evin eski hali (Dr. A. S. Ünver 1923).
41- Diğer güzel bir ev (Dr. Rıfat Osman 1920).
42- Edirne'ye has tipik bir ev. (Dr. Rıfat Osman 1920).
43- Ağaçlar arasında ocaklı bir ev (Dr. A. S. Ünver 1923).
44- Kale içinde Maarif Yokuşunda 1928'de yıkılan ev (Dr. R. O. 1921 ).
45- Birinci Nikola albümünden Kum Kasrı meydan cephesi.
46- Edirne Kale içinde bir ev (Dr. R. O. 1913'den A. Süheyl Ünver 1926).
47- Muradiye Küçükpazar Mescidi ve önünde şimdi olmayan kahvehane (Dr. A. S. Ünver 1963 tabiatten).
48- Selimiye'nin Muradiye Küçükpazar caddesine açılan kapı karşısında çeşme ve arkasında kabir olmayan bir tekke evi.
49- Kethüda İbrahim Ağa Konağı planı ve detayları (zengin bir zat, 1267 (1850) de Edirne'de ölmüştür. Dr. Rıfat Osman 1923).
50- Tarihleri eski ·Edirne evlerinden 5 tanesi planı (Dr. Rıfat Osman 1930).
51- 6 kahvehane planı (Dr. Rıfat Osman).
52- Kum Kasrında mezkur odanın ocağı, arkasındaki odayı aynı ocaktan ısıtan kapalı kümbet.
53- Edirne ev tarihli levhaları. Çifte Maşaallah-ı Kan sene H. 1221 ve 1275.
54- Tarihimizde XVIII asır, Edirne'deki yaşantımız ve evlerimizi Avrupa'ya mektupları ile tanıtan ve 1 sene Edirne'de oturan oğluna orada çiçekten sakınma aşısı yaptıran, İngiliz fevkalade elçisi eşi Lady Montagu.
Sunan Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver
Buradan yazımız hakkında yorum yapabilirsiniz...